iki adet arası kaç gün olmalı diyanet

iki adet arası kaç gün olmalı diyanet bilgi90’dan bulabilirsiniz

Kadınlara Mahsus Haller

Kadınlara Mahsus Haller

Kadınlara Mahsus Haller

Ne Zaman Başlar, Kaç Yaşına Kadar Sürer?

Nasıl Belli Olur?

Kaç Gün Sürer?

İki Ay Hâli Arasında Kalan Temiz Günlerin Süresi Ne Kadardır?

Âdet Günleri Süresi Her Ay Muayyen midir?

Âdet Günlerinin Süresinin Değiştiği Nasıl Anlaşılır?

Âdet Çağına Giren Bir Kız, Kendisinde İlk Kanamayı Görünce Ne Yapar?

Kadınlara Mahsus Haller

Kadınlara mahsus haller denilince, hayız, nifas ve istihaze’den ibaret üç hâl kasdedilir. Bunları sırası ile görelim:

Hayız Nedir?

Hayız (regl), kadınların hastalık ve doğum halleri dışında ve belli

yaşlar arasında rahimden gelen bir kandır. Buna âdet hâli, ay hâli, aybaşı, muayyen hâl gibi adlar da verilir.

Hayız hâli, kadınlara mahsus tabiî bir haldir. Vücutta biriken kirli ve zehirli maddeler, hayız kanı ile dışarı atılır; vücut hafifler, sıhhat bulur. Bu sebeble hayız hâlinden ürkmeğe, korkmağa, tiksinti duymaya sebeb yoktur. Bu durumu normal bir hâl olarak karşılamalı, Allah’ın bir takdiri olarak bakmalıdır. Nitekim şu rivâyet de bunu te’yid eder mahiyettedir:

Âişe validemiz, Peygamberimizle haccettiği sırada kendisinde muayyen hâl olmuş, bu durumda haccı yarım kalacak zannederek ağlamaya başlamıştı. Peygamberimiz kendisine:

– Ne oluyorsun, ay hâli mi gördün? diye sormuş ve ardından şu açıklamayı yapmıştı:

– Bu, kadınlar tâifesine Allah’ın bir yazısı ve takdîridir. Kâbe’yi tavaftan başka hacıların yaptığı herşey’i yap; Kâbe’yi de ay hâlinden kurtulduktan sonra tavâf edersin.”

Ne Zaman Başlar, Kaç Yaşına Kadar Sürer?

Hayız hâli, en erken 9 yaşında başlar. Genç kızlar bu hâlin başlamasıyla bülûğa ermiş olurlar.

Bu hâl, en geç 55 yaşına kadar, her ay belli sürelerle devam edip gelir. Bu yaştan sonra da kesilir.

9’dan önce ve 55’ten sonra görülen kanamalar, muayyen halden sayılmazlar. Bir hastalıktan gelen istihaze hâli kabûl edilirler.

Nasıl Belli Olur?

Hayız akıntısı kırmızı, siyah, sarı, bulanık yeşil ve kiremit renklerinde olabilir. Pamukta bu renklerden biri görülse, muayyen hâlin başlamış olduğuna hükmedilir. Muayyen hâl kesildiğinde ise, gelen akıntı beyaz renktedir ve rahimin tabiî akıntısıdır.

Rahimden gelen akıntının ay hâli sayılabilmesi için kadının hâmile olmaması da şarttır. Hâmilelik süresi içinde gelen kan, muayyen halden sayılmaz.

Kaç Gün Sürer?

Muayyen hal, en az 3 gün, en çok da 10 gün sürer. 3 günden (72 saat) az görülen akıntı ile, 10 günden (240 saat) fazla gelen akıntı muayyen halden sayılmaz. Bir hastalıktan geldiği kabûl edilir.

Hayız süresi içinde akıntının devamlı olması şart değildir. Arasıra kesilebilir. Meselâ, bir kadın üç gün dem görse, sonra iki gün akıntı kesilse, sonra yine üç gün daha dem gelse, o kadının hayız müddeti 9 gündür. Ve arada akıntısız geçen iki gün de hayız günlerinden sayılır.

İki Ay Hâli Arasında Kalan Temiz Günlerin Süresi Ne Kadardır?

İki ay hâli arasındaki temizlik süresine “tuhr hâli” denir. Bu süre 15 günden az olmaz, daha fazla olabilir. Buna göre, 15 günden daha evvel ortaya çıkan akıntılar, ay hâlinden sayılmazlar.

Âdet Günleri Süresi Her Ay Muayyen midir?

Bâzı kadınların âdet günleri muayyendir. Meselâ, her ay 5 veya 7 veya 9 gün âdet görürler.

Bâzılarında ise, âdet günleri sabit değil, aydan aya değişkendir. Meselâ, bunlar bir ay 5 gün, bir ay 6 gün âdet görürler. Bu halde ihtiyata uygun davranmak gerekir. Yani, böyle bir kadın, 6. gün oldu mu yıkanır, namazını kılar. Ramazanda ise, orucunu tutar. Çünkü, bu altıncı günde görülen kanın hastalık kanı olma ihtimali vardır. Ancak bu kadın 6. gün çıkmadan kocasıyla cinsî münasebette bulunamaz. Zira bu hal hayız hâli de olabilir.

Âdet Günlerinin Süresinin Değiştiği Nasıl Anlaşılır?

Bir âdet süresinin değişmiş olması için, o âdet süresine aykırı üst üste iki âdet görülmelidir. Meselâ, her ay, devamlı 5 gün âdet gören bir kadın, sonradan üstüste iki defa 4 veya 6 gün âdet görse artık onun âdeti 5 değil, 4 veya 6 gün olmuştur. Şu halde mutad olan âdet süresinin değişmesi, üst üste görülen iki ayrı âdet ile olmaktadır.

Mûtad olan hayız müddetinden fazla olan, fazla süresi 10 günü geçmeyen kanamalar da, âdet hâlinden sayılır. Bu durumda âdet süresi değişmiş kabûl edilir. Meselâ, her ay 7 gün âdet gören bir kadın, sonradan 10 gün görmeye başlasa, 10 günü de hayızlı sayılır. Fakat 10 günü geçen kanamalarda, mutad günden fazla olan günler, âdet hâli değil, istihaze hâli kabûl edilir.

Âdet Çağına Giren Bir Kız, Kendisinde İlk Kanamayı Görünce Ne Yapar?

Âdet görecek çağa gelen bir kız, ilk defa görmeye başladığı âdetten dolayı, hemen namazı orucu terkeder. Bu kıza “mübtedie” denir. Âdet hâli üç günden az sürerse hayızlı olmadığı anlaşılır. Terk ettiği ibâdetleri kaza etmesi gerekir.

İmam-ı A’zam’a göre, âdet tam üç gün devam edip hayız hâli olduğu kesinleşmeden namazı ve orucu terketmek câiz olmaz.

* Bir kadının görmekte olduğu âdetini kocasına karşı inkâr etmesi veya vâkıaya muhalif olarak âdet gördüğünü söylemesi helâl olmaz.

Nifas Neye Denir?

Nifas, doğum sırasında kadından gelen kana denir. Nifas hâline Türkçemizde “Lohusalık hâli” denir.

Nifas Hâli Kaç Gün Sürer?

Nifas, yani, lohusalık hâlinin en az kaç gün süreceği belli değildir. Bir gün bile olabilir. En fazla devam müddeti ise, 40 gündür. 40 günden fazla sürmez. 40 günde kesilmeyip devam eden kan, artık nifas kanı değil, istihaze kanıdır.

Bâzı kadınlar çocuk doğurduktan sonra, ancak 15-20 veya 25 gün kadar nifas görürler. Sonra kan kesilir. Böyle kadınların, nifas süreleri bu kadar olmuş olur. Bundan sonra yıkanır, namaz kılıp oruç tutmaya başlayabilir.

Nifasın âzamî haddi, İmam-ı Şâfiî’ye göre 60 gündür. Yaygını ise, 40 gündür.

Düşük Yapan Kadın Nifaslı Sayılır mı?

Düşük çocukların el, ayak, parmak gibi uzuvları belirmiş ise, nifas hâli meydana gelir. Fakat âzaları henüz teşekkül etmemiş bir düşük ile, nifas hâli vücut bulmaz.

Ameliyatla Doğum Yapan Kadınlar da Nifaslı Sayılırlar mı?

Bir özür dolayısıyla çocuk ameliyatla (sezeryan) alınır ve kan da rahimden değil de karından çıkarsa, nifas hâli tahakkuk etmez. Bu kan, yaradan akan kan hükmündedir. Ancak kan, rahim yoluyla dışarı çıkarsa, kadın nifaslı sayılır.

Nifas Müddeti İçinde Görülen Temizlik, Yani Nifasın Muvakkaten Kesilmesi Hâli Nifastan Sayılır mı?

Evet, sayılır. Meselâ, 10 gün kan gelip 5 gün kesilse, sonra tekrar kanama başlasa ve 10 gün kadar sürse, bu 25 günlük sürenin hepsi de nifastan sayılır.

* Çocuk dünyaya gelirken vücudunun ekserisinin rahimden çıkmasıyla, çocuk dünyaya gelmiş sayılır..

Hayız – Nifas Ve İstihazenin Hükümleri

Hayız ve Nifasla İlgili Hükümler:

Hayız ve nifasın müşterek 8 hükmü vardır:

1 – Hayız ve nifas hâlindeki kadından her türlü namaz mükellefiyeti düşer. Kadınlar hayız-nifas hâlinde oldukları müddet zarfında, namaz kılmaları kendilerine haram olur.

Hayız ve nifas hâlinde iken kılamadıkları bu namazları; kadınlar sonradan kaza etmek mecburiyetinde de değillerdir. Cenâb-ı Hak, fazl ve kereminden onları böyle bir mükellefiyetten afvetmiştir.

İslâm dîni gerçekten kolaylık dînidir. Hayız ve nifaslı kadınların namaz borçları hakkındaki hükmünde de, bu kolaylık prensibini apaçık görmekteyiz. Çünkü, hayız hâli kadınların her ay mübtelâ oldukları ve bir haftaya yakın zamanlarını meşgul eden eziyetli bir durumdur. Bu arada pek çok vakit namazlarını da kılamamış haldedirler. Kadının devamlı olarak kocasının ve çocuklarının hizmeti yanısıra, evinin temizlik ve bakımıyla da uğraştığı malûmdur. Bu durumda olan bir kadının, mecburen terkettiği pek çok vakit namazlarını sonradan kaza etmek zorunda kalmasının, ona ne derece ağır ve zahmetli geleceği apaçık meydandadır.

Nifas hâli için de durum aynıdır. 20 gün, 30 gün, hattâ 40 gün namazını terketmek zorunda kalan bir kadının, bütün bu birikmiş namazları kaza edebilmesi ne kadar meşakkatli olacağı bedihîdir.

İşte, âlemlere rahmet olan İslâmiyet, büyük bir kolaylık olarak, kadınların, hayız ve nifas hâlinde iken kılamadıkları bütün namazları afvetmiştir.

* Hayız ve nifas hâlindeki kadınların namaz kılmaları haram olmakla birlikte, tesbih, zikir ve duada bulunmaları câizdir. Hattâ hayız ve nifas hâlindeki bir kadının, mümkün ise ve vakti de müsait ise, her namaz vaktinde abdest alıp, bir vakit namaz kılacak kadar kıbleye karşı yönelerek oturması, bu süre içinde, tesbih, tevhid ve tehlil ile meşgul olması müstehab bile görülmüştür. Bu şekilde o, hem Rabbini unutmamış ve ibadet zevkini kaçırmamış; hem de Allah’a ibadet hususunda -elinden gelseydi- ne derece arzu ve iştiyak içinde olduğunu da göstermiş olur. Bu güzel ve temiz niyeti sebebiyle, o kadına hayatında en güzel ve en feyizli kıldığı namazın sevabı yazılacağı rivâyetlerden anlaşılmaktadır.

2 – Hayız-Nifas hâlindeki kadınlara, namaz kılmak gibi oruç tutmak da haramdır. Ancak namazdan farklı olarak, tutamadıkları günleri, temizlendikten sonra kaza etmeleri gerekmektedir.

Çünkü, oruç, namaz gibi devamlı olmayıp senede bir ay olduğundan, kadınların tutamadıkları birkaç günlük oruç borçlarını sonradan kaza etmeleri, onlara pek fazla bir zahmet ve meşakkat yüklemez. Bu bakımdan namaz borçları afvedildiği halde, oruç borcu baki kalmış, sonradan kazası istenmiştir.

Âişe validemiz bu hususta şöyle buyurmuşlardır:

“Bize hayız ve nifas hâlleri geldiğinde, Hz. Resûlüllah (asm) tutmadığımız oruçlarımızı kazâ etmemizi emir buyururlardı. Kılmadığımız namazların ise kaza edilmesini emretmezlerdi.”

3 – Hayız ve nifas hâlinde olan bir kadına Kur’an okumak da haramdır. Resûl-i Ekrem (asm) Efendimiz, bu hususta şöyle buyurmuşlardır:

“Hayızlı veya cünüp olan kimse, Kur’an-ı Azîmüşşân’dan birşey okuyamaz.”

Hayızlı ve nifaslı kadınların veya cünüplerin kunut vesaire gibi çeşitli duaları okumalarında, tesbih ve tehlil kelimelerini söylemelerinde ve Hazret-i Peygambere salât ve selâm getirmelerinde hiçbir mahzur yoktur.

Hayız ve nifaslı halde olanlar, Kur’an-ı Kerîm’i okuyamamakla beraber, onu dinleyebilirler.

4 – Hayız ve nifas hâlinde bulunanların, Kur’an’a ellerini sürmeleri de haramdır. Hattâ bütün Kur’an’ı (Mushaf’ı) değil, bir âyeti, bir âyetin birkaç kelimesini dahi tutmak haramdır.

* Kur’an Kursu öğretmenliği yapan bir kadın, hayız hâlinde öğretim işini yardımcısına yaptıracaktır. Yardımcısı yoksa Hanefî ulemasından Kerhî ve Tahavî’ye göre öğretimini devam ettirecektir.

Kerhî: Öğretmen hanım hayız hâlinde kelime kelime, Tahavî ise, yarımşar âyet söylemekle öğretim yapılmasında ‘beis yoktur’ demişlerdir.

5 – Hayız-Nifas halinde olan kadınlara (veya cünüplere) mescid ve camilere, zaruret olmadan girmek de haramdır.

6 – Hayız-Nifas hâlindeki kadının veya cünüp olan kadın ve erkeğin, mü’minlerin kıblesi olan Kâbe-i Mükerreme’yi tavaf etmeleri de haramdır.

7 – Hayız-Nifas hâlinde olan kadının kocası ile cinsî münasebette bulunması da haramdır. Bu halde yapılan bir cinsî birleşme, büyük günahlardan (günâh-ı kebâir) sayılmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

“Sana kadınların hayız (âdet) hallerini de soruyorlar. De ki: O (hayız) bir ezâdır. Binaenaleyh siz hayız hâlinde kadınlardan çekilin. Temizleninceye kadar onlara yanaşmayın.” (el-Bakara, 222).

Âyette geçen kadınlara yaklaşmama emrinin ne mânâ ifade ettiğini Enes’den (ra) rivâyet edilen bir hadîs-i şerîf şu şekilde açıklamaktadır:

“Yahudiler kadın hayız gördüğü vakit onlarla birlikte yeyip içmezlerdi. Peygamber (asm) ise bu hususta:

“- Her şey’i yapın, yalnız cinsî münasebet müstesna…” buyurdular.”

Hayız-Nifas hâlinde iken kadınla cinsî temasda bulunmak dinî yönden olduğu gibi, tıbbî yönden de çok mahzurludur. Kadın bu hallerde hasta hükmündedir. Son derece itinalı bir bakıma ve temizliğe muhtaçtır. Yorulmaktan büyük ölçüde kaçınmalı, mümkün mertebe istirahat halinde olmalıdır. Ayrıca hayızlı kadının dışarı yaydığı ağır koku, erkeği kadından tiksindirmeğe de sebeb olabilir. Bu bakımdan bu nazik dönemde yapılacak cinsî münasebetler, kocayı hanımından tiksindirip soğutabileceği gibi, pek çok kadın hastalıklarına da sebebiyet verebilir.

Meselâ: Bugün Avrupa’da kadınlarda çok sık görülen rahim kanserlerinin mühim bir sebebi de, ay hâlinde kadınların kocalarıyla cinsî münasebette bulunmaya devam etmeleri olarak tesbit edilmiştir.

Bir erkeğin hayız hâlinde olan hanımına yaklaşması haram olduğu gibi, kadının ona boyun eğmesi de haramdır.

Eğer, karı-koca bu halde iken, cinsî münasebette bulunurlarsa, her ikisinin de tevbe ve istiğfar etmeleri gerekir. Ayrıca bir veya yarım dinar miktarında altın veya onun bedelini de fakirlere sadaka olarak vermelidirler. [Bir dinar, bir miskal (4 gr.) ağırlığında bulunan altın sikkedir].

Hayız hâlinde olan kadından yatağını ayırmak câiz değildir. Bu tarz davranış, Yahudilerin mezhebidir. Yahudiler ay hâlindeki kadından yataklarını ayırdıkları gibi; onlarla yanyana oturmaz, beraber yemek bile yemezlerdi. Silindikleri havluları bile ayırırlardı. İslâmiyet bu haksız ve bâtıl âdeti kaldırmış, ay hâlindeki kadınla yatmayı, pişirdiği yemeği yemeyi, aynı havluya el, yüz silmeyi mekruh dahi saymamıştır.

Hazret-i Âişe vâlidemiz şöyle buyurur:

“Ben hayızlı iken Nebî (asm) mübarek başını kucağıma yaslar, sonra Kur’an okurdu.”

Diğer bir rivâyet:

“Ben hayız hâlinde iken, Resûl-i Ekrem (asm) hazretlerinin mübarek saçlarını tarardım.”

Bu hadîslerden anlaşılıyor ki, hayız hâlindeki kadınlar necis (pis) değillerdir. Nifas hâlinde olanlar da böyledir. Bu haller sadece birer hadestir. Yani bâzı dinî mükellefiyetleri ifaya mâni şer’î birer kirlilik hâlidir. Yoksa neces, yani, hakikî pislik hâli asla söz konusu değildir.

Hayız ve Nifastan Kesilen Kadına, Gusletmeden Evvel Kocasının Cinsî Münasebette Bulunması Helâl Olur mu?

Hayız ve nifasın âzamî müddetleri (hayızda 10, nifasta 40 gün) geçince kadınla cinsî münasebet helâl hâle gelir. Guslü beklemek gerekmez.

Ancak yine de kadın guslettikten sonra temas, müstehab kabûl edilmiştir.

10 günden evvel hayız ve 40 günden evvel nifas hâlinin sona ermesi durumunda ise, cinsî münâsebet derhal helâl olmaz. Cinsî münasebetin helâl olması için, kadın ya yıkanmış olmalı veya yıkanmamış olsa bile hayız ve nifas hâlinin bitiminden sonra üzerinden bir namaz vakti geçmelidir. Bu takdirde gusledilmemiş bile olsa, cinsî münasebet helâl hâle gelmiş olur.

8 – Ay hâlinde olan kadının göbek ile diz kapakları arasında kalan avret sahasına kocasının şehvetsiz bile olsa çıplak olarak temas etmesi, el dokundurması da haramdır.

Hayızlı olan kadında kocasının faydalanabileceği, el sürebileceği kısımlar; göbeğin üstü ile dizlerin altında kalan kısımdır.

İstihaze Hâline Ait Hükümler:

İstihaze kanı, ne oruca, ne de namaza engel değildir. Cinsî münasebete de mâni olmaz. Ancak istihaze hâlindeki kadınlar, özürlü hükmünde bulunurlar. Özürlülerin tâbi olduğu hükümlere uygun olarak ibadetlerini yaparlar.

Asr-ı Saâdette bir gün bir kadın Peygamberimize gelerek:

“Benden devamlı kan gelir, namazı bırakayım mı?” diye sormuştu.

Peygamberimiz de cevaben:

“Hayır, o damardaki bir hastalıktandır, hayız değildir. Âdet vaktin gelince namazı bırak, âdet hâlin geçince guslederek temizlen ve bundan sonra her vakit namazı için ayrı abdest alarak namazlarını kıl. Tekrar âdet hâli gelinceye kadar böyle yapmaya devam et” buyurmuşlardı. Bu rivayet, istihaze hâlinin özür hâline ait hükümlere tâbi olduğunu açıkça göstermektedir.

Hayız Hali İle İlgili Faydalı Bilgiler

* Memleketimizde genç kızlar umumiyetle 12-15 yaşları arasında hayız görmeye başlarlar.

* 12 yaşına yaklaşan bir kıza sâhip olan bilgili ve anlayışlı bir anneye bu devrede düşen en mühim vazife, kızını bu konuda aydınlatmaktır. Bunun için de kızı ile bir arkadaş gibi konuşup, ona günün birinde idrar yolundan biraz kan geldiğini göreceğini, bunun normal bir hâdise olduğunu, korkmaması gerektiğini, çünkü anne olacak her genç kızda, belli bir yaştan itibaren bunun görüldüğünü ve görüleceğini, bunun adına aybaşı veya hayız dendiğini, bunun gebelik ve lohusalık durumları hariç 45-55 yaşına kadar, muntazaman ve her ay görüleceğini, çünkü Allahımızın kadınları bu hilkatte ve bu fıtratta yarattığını, bunda nice hikmetler bulunduğunu ve ay başılı devrede temizliğe bilhassa dikkat edilmesi gerektiğini öğretmesi lâzımdır.

* Hayız denince akla ilk gelecek şey temizliktir.

Çünkü, bir kadının sıhhatli, huzurlu ve neş’eli olması, maddî bakımdan aybaşı günlerinde riayet edeceği temizlik derecesine ve dolayısıyla aybaşısının her ayın belli günlerinde başlayıp bitmesine, aybaşı kanının normal miktarda ve ağrısız olarak gelmesine, yani normal bir aybaşı görmesine bağlıdır.

* Her kadın ve genç kız, bu temizlik için:

* Tülbentten kesilip dikilmiş yumuşak bir bezi veya bir deniz süngerini, bir de iyi kaliteli bir sabunu, el altında bulundurmalıdır.

* Gerek normal ve gerekse aybaşılı günlerinde, günde en az bir defa ılık sabunlu su ile tülbenti veya deniz süngerini ıslatarak kasık aralarını yıkayıp kurulamalıdır.

* Ayrıca geceleri yatarken dişlerini temizlemeli ve ayaklarını -bilhassa ayak parmaklarının arasını- sabunla yıkamalıdır.

* Her genç kız ve kadın, normal günlerinde -hiç olmazsa- gün aşırı, aybaşılı günlerinde ise hergün mutlaka ılık su ile yıkanmalıdır. Ve bu yıkanma esnasında kasık aralarını, göğüs ve koltuk altlarını parmak aralarını gene sabunlu bezle yıkamalıdır.

* Bir kadın aybaşı günlerinde yıkanıp temizlenirken, sıcak ve soğuk su değil, ılık su kullanmalıdır.

Çünkü soğuk su ile yıkanırsa, aybaşı sebebiyle vücudunun ne de olsa yorgun ve halsiz olduğu bir devrede, kendisini üşütmüş olur ki bu hal birçok tehlikeli hastalıklara yol açar.

Kasık arası temizliğini soğuk su ile yaparsa, hem bu bölgeyi üşüterek mikropların faaliyetini artırmış olur, hem de soğuk su, bâzı hassas kadın ve kızlarda aybaşının vaktinden önce ve âni kesilmesine sebeb olur.

Sıcak suyun mahzuru ise, kanamanın artmasına yol açmasıdır.

* Aybaşılı bir kadının tutunacağı bezler:

* Gayet yumuşak, meselâ tülbentten kesilip dikilmiş,

* Mutlaka ütülenmiş,

* Kolaylıkla değiştirilebilen bezler olmalıdır.

Düşük kaliteli, kaba elyaflı pamukların kullanılması doğru değildir. Bu nevi pamuklar kanamayı artırırlar. Fakat eczahanelerde satılan rule halinde veya dışı eterli yani mikropsuz gazlı bezle sarılı hususî pamuklar vardır ki her bakımdan tavsiyeye şâyândır.

* Aybaşı temizliği yalnız kadınlar için değildir. Evli olmayan genç kızlar da bu temizliği aynı şekilde yapmak zorundadırlar.

Bilhassa genç kızların bu temizliğe küçük yaştan alışmış olmaları, onların hayatları boyunca sıhhatli olmalarını sağlar.

* Aybaşı günlerinde kadınlar ve genç kızlar her türlü yorgunluktan sakınmalıdırlar.

Sancıları varsa, kanamaları normalden çok veya az ise, hulâsa, şikâyetleri mevcut ise, hiç vakit geçirmeden bir doktora müracaat etmelidirler.

Soğuk duşlardan, kendilerini ve bilhassa ayaklarını üşütmekten, uzun yol yürümekten, ata ve bisiklete binmekten, ayaklı dikiş makinesi kullanmaktan, ağır yük kaldırmaktan, uykusuzluktan sakınmalıdırlar.

Fena koku neşreden yiyeceklerden çekinmelidirler.

Yazı kaynağı : sorularlaislamiyet.com

HAYIZ

HAYIZ

Sözlükte “suyun akıp taşması, kanın akması” anlamlarına gelen hayız (hayz) kelimesi, fıkıh terimi olarak ergenlik çağına giren sağlıklı kadının rahminden düzenli aralıklarla akan kanı ifade eder. Kadınlarda ergenlikten menopoza kadar görülen bu fizyolojik olaya “hayız (menstruation) hali” denilir. Türkçe’de “âdet görme, âdet kanaması, aybaşı hali” adı da verilen bu olay, kadında döl yatağının iç yüzünü kaplayan zarın (endometriyum), yumurtanın döllenmeyip ölmesi ve yumurtalık hormon salgısının kesilmesi üzerine parçalanarak kanla birlikte dışarı atılmasından ibarettir. Yumurta, döllenmesi halinde rahmin iç zarına yerleşerek gelişmeye başlar ve âdet kanaması meydana gelmez.

Hayızla ilgili olarak geliştirilen dinî uygulamaları iptidai toplumlara kadar götürmek mümkündür. Geleneksel iptidai kültürlerde “can”ın kanda bulunduğu şeklindeki inanç, kanın hem pozitif hem de negatif anlamda tabu kabul edilmesine yol açmıştır. Böylece hayız sırasında kan boşalımına mâruz kalan kadın tabu addedilmiştir. İptidai kültürlerde hayızlı kadın topluluktan tam olarak tecrit edilir ve onunla temas eden her kişi ve nesne kirli sayılırdı.

Hayzın dinî yönüyle ilgili en ayrıntılı uygulamaları geliştiren Yahudilik’te hayız gören kadın “niddah” (ayrılan) adıyla anılır. Eski Ahid’de hayızlı kadın, kanamanın sona ermesinden itibaren yedi gün boyunca murdar (teme’ah) kabul edilmiş ve birtakım yükümlülüklere tâbi tutulmuştur (Levililer, 15/19-24; 18/19; 20/18; II. Samuel, 11/4; Hezekiel, 22/10). Kadın, bu sürenin sonunda “mikveh” denilen gusül abdestine benzer bir banyo yapar ve ancak bu banyodan sonra temiz (tehorah) olma vasfını kazanır (Jacobs, s. 342; EJd., XII, 1142). Kanamanın devam ettiği sürede ve yedi günlük müddet içinde hayızlı kadınla cinsel ilişkiye girmek, onun dokunduğu herhangi bir şeye temas etmek murdarlığı bulaştırdığından yasaktır. Akıntı normal süresinden fazla devam ediyorsa bu durumdaki kadın “zavah” (boşaltan) adını alır ve kan akışı duruncaya kadar aynı hükümlere tâbi olur.

Rabbinik literatürde hayız konusu daha ayrıntılı kurallar çerçevesinde incelenmiştir. Öyle ki Mişna’da bu konuya ayrılan başlı başına bir bölüm vardır (Taharot’un yedinci bölümü). Ayrıca “Tosefta” ve “Sulhan Aruh” gibi önemli şeriat kitaplarında da konu üzerinde durulmuştur.

Hıristiyanlık’ta özel dinî hükümlere tâbi tutulmayan hayız konusu Hindu ve Zerdüştîlik literatüründe önemli bir yer tutar. Zerdüştîliğe göre ölmüş bedenden sonra en murdar beden hayızlı kadının bedenidir. Akıntılı kadın (daştân) özel bir odada tecrit edilir ve kimseyle temasa geçirilmez; ancak özel bir çubukla kendisine yiyecek iletilir. Kadın hayzın bitişinden sonra murdarlıktan kurtulabilir. Hinduizm’de de hayızlı kadın kirli addedilir ve hayız müddeti içerisinde hiç kimseyle temas edemez; ancak hayız müddetinin sonunda banyo yaparak bundan kurtulur (ERE, X, 491, 492).

Kur’ân-ı Kerîm’de hayzın bir nevi sıkıntı ve rahatsızlık hali olduğu, bu dönemde kadınlarla cinsî münasebetten uzak durulması gerektiği (el-Bakara 2/222), boşanmış kadınların üç hayız veya temizlik süresi iddet bekleyeceği (el-Bakara 2/228), hayızdan kesilen veya henüz hayız görmemiş kadınların iddetinin ise üç ay olduğu (et-Talâk 65/4) belirtilir. Bunun yanında Kur’an’ın dinî temizlikle (hadesten tahâret) ilgili emir ve yasakları tabii olarak hayızın dinî hükmünü de yakından ilgilendirir. Hadis kitaplarında hayızın tanımı ve mahiyeti, hayız süresinin alt ve üst sınırı, hayız gören kadının dinî muafiyet ve yükümlülükleri, bu kadınlarla ailevî, beşerî ve içtimaî münasebetler konusunda gerek Hz. Peygamber’in gerekse hanımlarının ayrıntılı açıklamaları mevcuttur (bk. Wensinck, el-Muʿcem, “ḥyż” md.). Bu sebeple daha sonraki dönemlerde oluşan fıkıh literatüründe hayızla ilgili olarak yer alan bilgi ve hükümlerin ana hatları itibariyle Resûl-i Ekrem döneminden devralınan sözlü ve fiilî sünnete dayandığı, ancak bunun fakihler tarafından kendi dönemlerindeki bilgi birikimi ve müşahedelerin de katkısıyla zenginleştirildiği ve birçok ayrıntı üzerinde fikir yürütüldüğü söylenebilir. Bu gelişmeler sonucunda hayız konusu, fıkıh literatürünün ibadetlere giriş mahiyetindeki birinci kitabı olan “tahâret” bölümünde ayrı bir başlık altında incelenmiş, bu husustaki temel fıkhî hükümler her müslümanın bilmesi gereken ilmihal bilgileri arasında yer almıştır.

Fıkıh kitaplarında etraflıca anlatıldığı gibi yetişkin bir kadının cinsel organından üç türlü kan gelir. Birincisi doğumdan sonra belli bir süre gelen lohusalık kanıdır (bk. NİFAS). İkincisi belirli yaşlar arasında ve belirli periyotlarla gelen hayız kanıdır. Üçüncüsü ise bu ikisi dışında kalan ve bir hastalıktan kaynaklanan “istihâze” kanıdır. Her üç durum da dinî mânada temizlik, namaz, Kur’an okuma, oruç, itikâf, hac, cinsî münasebet, boşanma, iddet ve hamileliğin tesbiti gibi birçok dinî hükümle irtibatlı olduğundan İslâm literatüründe önemli bir yer işgal etmiş ve İslâm âlimlerince ayrıntılı biçimde incelenmiştir.

Gerek başlangıç ve bitiş yaşları gerekse süresi bakımından hayız fizikî bünye, kalıtım, çevre ve iklim şartlarına bağlı olarak önemli ölçüde farklılıklar gösterebilir. Bununla birlikte fakihler, birçok dinî ve hukukî hükmü yakından etkilediği için âdet görme çağını ve âdet döneminin başlangıç ve bitiş sınırını belirleme yönünde çaba sarfetmişler ve bazı tesbitlerde bulunmuşlardır. Fakihlerin çoğunluğuna göre hayız görmenin asgari yaşı dokuzdur. Bunun altı, yedi veya on iki olduğuna dair görüşler de ileri sürülmüştür. Hayızdan kesilme (menopoz) yaşıyla ilgili olarak elli ile yetmiş yaşları arasında değişik görüşler yanında bunun belli bir yaşı bulunmadığı ve fiilen âdet görmemenin esas alınması gerektiği de belirtilmiştir (bk. ÂYİSE). Hayız süresinin en azı için bazı mezhepler bir gün bir gece, bazıları üç gün üç gece, en çoğu için de altı, yedi, on, on beş gün gibi süreler vermişlerdir. İki hayız arasındaki asgari temizlik müddeti genel olarak on beş gün kabul edilmekle birlikte bunun için on üç, on yedi, on sekiz gibi rakamlar da verilmiştir. Bu görüşler genellikle o dönemlerin tecrübelerini yansıtmaktadır. Tıp ilminin ileri bir merhaleye ulaştığı günümüzde ise bir kadının âdet çağı ve dönemiyle ilgili bilgiler konunun uzmanlarından öğrenilerek dinî hükümlerin buna dayandırılması gerekmektedir. Bugünkü tıbbî bilgilere göre de âdet çağının genel olarak on bir-on üç yaşlarında başlayıp kırk beş-elli beş yaşlarında sona erdiği, âdet kanamasının ise ortalama üç-altı gün sürdüğü kabul edilmektedir. Âdet devresi, yani iki âdet kanaması arasındaki süre ise ortalama yirmi sekiz, asgari yirmi bir gündür. Bununla birlikte kadının fizikî bünyesine, psikolojik durumuna, çevre şartlarına vb. bağlı olarak gerek âdet çağı gerekse hayız süresi farklılık gösterebilmektedir.

Hayız kadınlar için ergenliğin tabii ve fiilî ölçüsünü, yani dinî ve hukukî sorumluluğun başlangıcını teşkil eder. Kadınların hayatında fizyolojik ve psikolojik yönden önemli bir yer işgal eden, kadınlık ve annelik sorumluluğuna geçişi simgeleyen ilk âdet kanaması, kişinin dinî emir ve yasaklarla mükellef olma dönemine girdiğini, diğer şartlar da mevcutsa tam bir edâ ehliyeti kazandığını gösterir. Bu durumdaki kadının gerek vücûb (hak) gerekse edâ ehliyeti tam ise de özel durumu sebebiyle hayız süresince dinî mükellefiyetler açısından bazı muafiyetlere ve hükümlere tâbi tutulmuştur.

Diğer bazı dinlerde ve toplumlarda görüldüğü gibi hayızlı kadın İslâmiyet’te pis sayılmamış, günlük hayattan, özel ve sosyal ilişkilerden uzak tutulmamıştır. Hayız bir nevi abdestsizlik ve cünüplük hali (hükmî kirlilik, hades) veya mazeret kabul edildiğinden yalnız namaz, oruç, Kur’an okuma, Kâbe’yi tavaf gibi belirli ibadetlerin ifasına ve doğrudan kanın aktığı organla ilgisi sebebiyle cinsî münasebete engel olarak görülmüştür. Hayızlı kadının namaz kılmasının ve oruç tutmasının câiz ve sahih olmadığında, yani hayız halinin bu iki ibadetin ifasına engel bir mazeret sayıldığında fakihler görüş birliği içindedir. Hayız süresince terkedilen namazların kazâ edilmesinin gerekmediği, oruçların ise temizlendikten sonra tutulacağı hususunda da ittifak vardır. Âlimler bu konularda Hz. Peygamber’in bilgisi ve onayı dahilinde cereyan eden uygulamaları esas almışlardır (meselâ bk. Buhârî, “Ḥayıż”, 20; Müslim, “Ḥayıż”, 69; Ebû Dâvûd, “Ṭahâret”, 105).

Hayızlı bir kadının hac ibadetini eda ederken tavaf dışındaki bütün menâsiki yerine getirebileceği hususunda görüş birliği vardır. Kudûm tavafı Mâlikîler’e göre vâcip, diğer mezheplere göre sünnet olup hayızlı kadın tarafından terkedilir ve kazâsı da gerekmez. Mâlikîler’e göre ise Arafat’a çıkmadan önce hayzı biterse tavaf yapması icap eder. Haccın rüknü olan ziyaret (ifâza) tavafı hiçbir şekilde terkedilemez. Dolayısıyla hayızlı kadın temizleninceye kadar Mekke’de kalmak ve temizlendikten sonra tavafını eda etmekle yükümlüdür. Hanefî mezhebine göre hayızlı olarak tavaf yapılması mekruh olmakla birlikte geçerli sayılmış ve bu durumda tavaf yapan kadının günahkâr olacağına, ceza olarak da bir büyük baş hayvan (bedene) kesmesi gerektiğine hükmedilmiştir. Ancak temizlendikten sonra tavaf tekrar edilirse bu ceza düşer. Bu konudaki görüşleri etraflı şekilde ele alıp değerlendiren İbn Kayyim el-Cevziyye, hayızlı kadının zaruret ve ihtiyaç halinde mescide girmesi gibi tavaf yapmasının da câiz olduğunu ve ceza kurbanı kesmesine gerek bulunmadığını, Ahmed b. Hanbel’den nakledilen bir görüşün de bu yönde olduğunu belirtir (İʿlâmü’l-muvaḳḳıʿîn, III, 25-41). Üç mezhebe göre vâcip, Mâlikîler’e göre sünnet olan vedâ tavafı ise hayızlı kadınlar tarafından terkedilebilir, tavaf için yolculuğun ertelenmesi gerekmez.

Hayızlı kadının Kur’an okumasının hükmü konusunda âlimler görüş ayrılığı içindedir. Mâlikîler dışında kalan üç mezhebe mensup fakihlere göre bu haramdır. Bu konuda Hz. Peygamber’in yasaklamasını (İbn Mâce, “Ṭahâret”, 105; Tirmizî, “Ṭahâret”, 98) delil kabul eden üç mezhebin âlimleri de bazı ayrıntılarda ihtilâf etmişlerdir. Hanefî mezhebinde, Kur’an okumak niyetiyle bir âyetten daha az cümleciklerin bile telaffuz edilmesi câiz görülmemiş, ancak öğretmenlik yapan hanımların Kur’an dersi verirken kelimeleri tek tek söylemek suretiyle görevlerini yerine getirmelerinde bir sakınca görülmemiştir. Aynı şekilde dua ve zikir niyetiyle Kur’an okunması da câiz görülmüştür. Şâfiî fakihleri, hayızlı kadının Kur’an’ın bir harfini bile telaffuzunu câiz görmemiş, ancak mushafa bakarak kendisinin de işitemeyeceği şekilde içinden okumasının câiz olduğunu söylemişlerdir. Hanbelîler’de tam bir âyetin ve daha fazlasının okunması câiz olmadığı halde âyetin bir kısmının okunması, bir âyetten az cümleciklerde Kur’an’a has i‘câzın bulunmadığı, dolayısıyla onun ulviyetine saygısızlık sayılmayacağı gerekçesiyle câiz görülmüştür. Aynı şekilde telaffuz etmeksizin zikir ve dua maksadıyla okunmasını câiz görenlerin yanı sıra İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye gibi unutma tehlikesi halinde hayızlının Kur’an okuyabileceği görüşünde olanlar da vardır. Mâlikîler ise, bazı sahâbe ve tâbiîn âlimlerinden rivayet edilen bu yöndeki görüşlerin de desteğiyle kadının hayız süresi içinde Kur’an okuyabileceğini, fakat kanı kesildiği andan itibaren gusledip temizleninceye kadar okumasının câiz olmadığını söylemişlerdir. İbn Hazm ve diğer bazı âlimler de hayızlı kadının ve cünübün Kur’an okuyabileceğini ileri sürmüşlerdir (el-Muḥallâ, I, 78-80).

Hayızlının mushafa dokunması Kur’an okuması hükmünde olduğu gibi yine fakihlerin büyük çoğunluğu tarafından câiz görülmemiştir. Bu âlimler, kitaba ancak temiz olanların dokunabileceğini bildiren âyet (el-Vâkıa 56/79) ve Kur’an’a temiz olanlardan başkasının dokunamayacağını belirten hadisi (el-Muvaṭṭaʾ, “Ḳurʾân”, 1; Nesâî, “Ḳasâme”, 46) delil göstermişlerdir. Ancak İbn Hazm ile birlikte bazı fakihler, söz konusu âyette geçen kitapla Kur’an’ın değil levh-i mahfûzun kastedildiğini, hadisin de sahih sayılamayacağını ve her iki nasta işaret edilen “temiz olanlar” ifadesinin melekler veya müminler şeklinde yorumlanması gerektiğini belirterek hayızlının ve cünübün Kur’an’a dokunmasında sakınca bulunmadığını söylemişlerdir (el-Muḥallâ, I, 81-84; Şevkânî, I, 243-245). Hayızlının, mushafı askısından veya dış kabından tutarak taşıyabileceği şeklindeki görüşleri yanında Mâlikîler ve diğer mezheplerden bazı fakihler, kadın öğretmen ve öğrencilerin dokunmasının câiz olduğunu söylemişlerdir. Mâlikîler’in bu görüşü cünüplük halinin iradî, hayzın ise gayri iradî oluşundan dolayı cünüple hayızlıyı farklı kabul etmeleri ve uzun süren hayız döneminde Kur’an okuyamamanın onu unutmaya yol açabileceği endişesini taşımaları ile açıklanır. Aynı şekilde hayızlı ve cünüp kimse için mescidin helâl olmadığını bildiren hadisten (Ebû Dâvûd, “Ṭahâret”, 92; İbn Mâce, “Ṭahâret”, 126) hareketle, hayızlı kadının mescide girip orada kalmasının câiz olmadığı hususunda da görüş birliği mevcuttur. Ancak bunların zaruret ve mazeret sebebiyle mescidin içinden geçmeleri câiz görülmüştür.

Hayız kanı kesilen kadının ibadetleri eda edebilmesi için gusletmesinin vâcip olduğu konusunda bütün fakihler ittifak etmiştir. Hayızlı iken cünüp olan bir kadının cünüplükten yıkanması hususuna gelince Hanefî, Mâlikî ve Şâfiî fakihlerine göre kanı kesilmediği sürece bu gusül geçerli sayılmaz. Ancak Hanbelî fakihleri bu esnadaki guslü müstehap saymışlar ve bu şekilde cünüplüğün giderilmesini mânevî kirlilik halinin hafifletilmesi olarak kabul etmişlerdir.

Karı koca arasındaki cinsî davranışlara da hayız sebebiyle bazı kısıtlamalar getirilmiştir. Bütün fakihler, ilgili âyete dayanarak (el-Bakara 2/222) hayızlı kadınla cinsî münasebette bulunmanın haram olduğu hususunda görüş birliğine varmışlardır. Şâfiî âlimleri, bir kimsenin haram olduğunu bilerek ve kendi iradesiyle cinsî münasebette bulunmasını büyük günahlardan (kebîre) saymıştır. Bu arada bütün mezhepler, hayızlı kadınla cinsî münasebette bulunan kimsenin tövbe etmesi gerektiğini söylerken Hanefî ve Şâfiîler, hayzın ilk günlerinde vuku bulan ilişki için 1 dinar (4,25 gr. altın), son günlerindeki ilişki için yarım dinar sadaka vermenin müstehap olduğuna, Hanbelîler herhangi bir ayırım yapmaksızın 1 dinar sadaka vermenin vâcip olduğuna, Mâlikîler ise malî bir kefâretin bulunmadığına hükmetmişlerdir. Cinsî münasebete varmayan davranışlarla ilgili konularda ise görüş ayrılığı vardır. Hanefî ve Şâfiî mezheplerine göre âdet gören kadının göbeği ile diz kapağı arasına çıplak şekilde temas, Mâlikîler’e göre ise arada örtü bulunsa bile vücudun bu kısmından cinsî amaçla faydalanılması câiz görülmemişken Hanbelî ve Zâhirî mezheplerinde cinsel organa dokunmamak kaydıyla her türlü davranış meşrû sayılmıştır. Bu konuda getirilen sınırlamaların, haram bir fiil sayılan cinsel birleşmeye götürecek davranışlardan sakındırma amacını taşıdığı anlaşılmaktadır. Ayrıca âdeti sona eren kadın gusletmedikçe kendisiyle cinsî münasebette bulunmanın helâl olmadığı hususunda görüş birliği mevcuttur. Yalnız Hanefîler, hayız kanının belirli âdet süresinin sonunda kesilmesi halinde bir namaz vakti geçtikten sonra gusül yapılmasa da cinsî münasebetin câiz olacağını söylemişlerdir.

Âdet görmekte olan bir kadını o haliyle boşamanın hem Kur’an (et-Talâk 65/1) hem de sünnetle (Müslim, “Ṭalâḳ”, 3) haram kılındığı hususunda bütün mezhepler ittifak etmiştir. Buna rağmen boşama söz konusu olursa “bid‘î talâk” adını alan bu boşamanın hukuken geçerli olduğu bildirilmiş, ancak erkeğin hemen eşine dönmesi Hanefî ve Mâlikî mezheplerine göre vâcip, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre ise sünnet kabul edilmiştir.

Kadının ilâç almak suretiyle hayız halini önlemesi câiz görülmüş, ancak Mâlikîler’ce vücuda zarar vermesi ihtimalinden dolayı mekruh sayılmıştır.

Hayız ve nifas kanları dışında kadının döl yolundan gelen ve bir hastalık eseri olan kana fıkıhta “istihâze”, kendisinden bu tür kan gelen kadına da “müstehâza” denilir. İstihâze kanı dinmeyen burun kanaması, tutulamayan idrar veya bir yaradan kan akması gibi sadece abdesti bozan bir özür hali olup bu durumdaki kadın Hanefî ve Hanbelîler’e göre her namaz vakti için, Şâfiî ve Mâlikîler’e göre ise her farz namaz için ayrı abdest almak kaydıyla ibadetini yerine getirebilir. Hanefî ve Hanbelîler’e göre alınan abdestle o vakit içinde her türlü farz, vâcip ve nâfile namaz kılınabilirken diğer iki mezhebe göre yalnız o vakte ait farz ve nâfileler kılınabilir, başka namazlar için ayrıca abdest almak gerekir. Abdestin şart olduğu diğer ibadetler de abdest alınarak eda edilir (ayrıca bk. ÖZÜR). Çeşitli mezheplerce hayız için belirlenen asgari süreden az veya âzami süreden çok akan kanın istihâze sayılması yanında, âzami süreyi geçmese bile hayız kanının her kadın için belirli âdet günlerinden sonra devam etmesi halinde de âdetin esas alınması ve bundan sonra gelen kanın istihâze sayılması fakihler tarafından genel kabul görmüş olmakla birlikte özellikle Hanefîler dışındaki üç mezhep âlimleri, kanın hayız mı istihâze mi olduğunu bilgi ve tecrübesiyle tesbit eden kadının onu esas alması gerektiğini belirtmişlerdir. Fıkıh kitaplarında yer alan konuyla ilgili çeşitli ihtimallere dair birçok ayrıntı belli dönemlerin bilgi ve tecrübe birikimine dayandığından bugün tıp ilminin imkânlarından faydalanarak kanın mahiyetinin tesbit edilmesi ve dinî hükümlerin ona göre uygulanması daha isabetli olur.

Yazı kaynağı : islamansiklopedisi.org.tr

Düzensiz âdet kanaması olan bir bayan oruçlarını nasıl tutmalıdır?

Adetin kaçıncı gününden sonra oruç tutulur? Regl 10 günü geçerse oruç tutulur mu?

Adetin kaçıncı gününden sonra oruç tutulur? Regl 10 günü geçerse oruç tutulur mu?

Her kadının adet (regl) döngüsü farklıdır. Adet dönemi kısa sürebileceği gibi bu süre uzayabilir. Bu durumda olan kadınlar ‘Adetin kaçıncı gününden sonra oruç tutulur?’ sorusunu merak ediyor. İşte detaylar…

Adetin kaçıncı gününden sonra oruç tutulur?

Her kadının âdet gördüğü gün sayısı eşit değildir. Bu süre Hanefîlere göre en az üç, en çok on gündür. Düzenli âdet gören bir kadının normal âdet günlerinden sonra kanaması devam ederse bu kanama on günü geçmediği takdirde tamamı hayız hükmündedir. Ancak on günü geçerse önceki normal âdeti esas alınarak devam eden kısmı istihâze (özür kanı) kabul edilir. Bu kanama ikinci ayda da on günü geçerse bu kadının âdeti on gün olarak değişmiş olur. İki âdet arasındaki temizlik dönemi en az on beş gündür (İbn Nüceym, el-Bahr, I, 120; Aliyyü’l-kârî, Fethu bâbi’l-’inâye, I, 133-134).

Mesela, ay hâli altı gün olan bir kadının daha sonraki ayda altıncı günün bitiminde kanaması devam etse, bu durum on günü aşmadıkça normal âdeti olan altı güne ilaveten kanamanın devam ettiği günler de ay hâlinden sayılır (Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 107).

Fakat aynı kadının bu altı günün bitiminde kanaması devam eder ve bu süre on günü geçer de mesela on iki güne ulaşırsa, bu kadının ay hâli altı gün olarak kabul edilir. Altı günü on iki güne tamamlayan son altı günlük sürede görülen kan, istihâze yani özür kanı sayılır (Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 99).

Onuncu günden sonra görülen kan, özür kanı olduğu için kadın bu günlerde namazını kılar, orucunu tutar. Düzenli adet günleri olan altı günden sonra kılmadığı namazları ve tutmadığı oruçları ise kaza eder.

Yazı kaynağı : www.hurriyet.com.tr

Yorumların yanıtı sitenin aşağı kısmında

Ali : bilmiyorum, keşke arkadaşlar yorumlarda yanıt versinler.

kim kimdir ne zaman nasıl nelerdir nedir ne işe yarar tüm bilgiler
dünyadan ilginç ve değişik haberler en garip haberler burada
enteresan haberler

Yorum yapın