türkiye türkçesinin yazı dili nedir bilgi90’dan bulabilirsiniz
Türkiye Türkçesi ağızları
Türkiye Türkçesi ağızları, Hazar Denizi’nin batısında, Azerbaycan sahasının hemen batısında başlayıp Anadolu, Irak, Suriye, Balkanlar coğrafyasında konuşulan (ve bu coğrafyalara göre sınıflara ayrılan) tarihî Osmanlı Türkçesinin bugünkü devamı olan Türkiye Türkçesi ağızlarıdır.
Uluslararası dil bilimsel ölçülere göre her dilin konuşma biçimi, yerel farklılıkları bir ve halkın bir bölümünün kullandığı farklı bir çeşidi lekttir. Eğer lektler bir coğrafî bölgeye aitse o zaman diyalekttir ya da ağızdır.
Yazı dili ve konuşma dili[değiştir | kaynağı değiştir]
Bir ülkede konuşulan ağızlardan birinin yazılı anlatımlar için kabul edilmiş biçimidir. Ölçünlü dil ya da standart dil olarak da belirtilir.[1] Türkiye Türkçesinin genel kabul görmüş ve yazı dili olmuş ağzı, İstanbul ağzıdır. İstanbul ağzının Rumeli ağızlarından biri olması dolayısıyla yazı dili bir Rumeli ağzından gelişmiştir.[2]
Konuşma dili, günlük yaşamda kullanılan ve yazı dilinden az çok ayrılmış bulunan dil, günlük konuşmadır.[3] Dünya üzerindeki hemen her dilde “konuşma dili – yazı dili” özellikleri bulunur. Bir dilde yazılış ile okunuş birbirinden az ya da çok farklı olabilir.
Ağız coğrafyası ve bölgeleri[değiştir | kaynağı değiştir]
Türkiye Türkçesi, tarihî Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasında günümüzde konuşulmaya devam eden Türk ağızları bakımından bazı gruplara ayrılır.
Türkiye Türkçesi, Osmanlı Türkçesinden devraldığı coğrafyada, bugünkü yayılım ve özellikleri ile yaşamını sürdürmektedir. Bu dilin coğrafyası batıdan doğuya doğru Rumeli, Ege Adaları, Anadolu, Kıbrıs, Suriye ve Irak topraklarının tamamı şeklinde belirtilebilir. Söz konusu coğrafi alan, doğu sınırında yer alan bir diğer Türk yazı dili olan Azerbaycan Türkçesi sahası ile sınırdaştır. Doğu sınırının kuzeyinde Karadeniz’in doğu kıyılarında ise Kafkaslar’ın batı sahası, Türkiye Türkçesi coğrafyasının kuzeydoğu sınırlarını oluşturur. Burada sayılan bu coğrafya sahasının bazı kısımlarıyla ilgili (özellikle doğu sınırları) ayrıntılı çalışma henüz olmadığı için, coğrafi sınırlar daha genel bir şekilde belirtilmiştir.[4]
Ağızlarının sınıflandırması üzerine temel kaynak sayılabilecek “Anadolu Ağızlarının Sınıflandırması” adlı eser, adından da anlaşılacağı üzere, Anadolu ağızlarının sınıflandırmasını içerir. Dolayısıyla bu eser ile Türkiye Türkçesi coğrafyası içindeki en büyük ve nüfusça en yoğun bölge olan Anadolu, ağızlar bakımından sınıflandırılmıştır. Kuzey, batı ve güneybatı yönleri denizlerle doğal sınıra sahip olan “Anadolu”nun güneydoğu ve doğu sınırları için, Türkiye Cumhuriyeti devlet sınırları kabul edilmiştir.[5] Anadolu dışında kalan Türkiye Türkçesi ağız bölgelerinden biri olan Rumeli ağızlarının sınıflandırması da yapılmıştır; doğu ve batı. Batı Rumeli ağızları bölgesi sınırları, Gyula Németh’in “Bulgaristan Türk Ağızlarının Sınıflandırılması Üzerine” adlı makalesinde belirtilmiş ve Rumeli ağızlarına ilişkin sonraki yayınlarda da genelde bu sınırlar kullanılmıştır. Ağız bölgelerinin birbirinden ayrılan özelliklerini gösteren, örnekler veren ağız çalışmaları yapılmıştır. Çeşitli bölge çalışmaları ve Rumeli’deki bir alt grubu anlatan ağız çalışmaları yapılmıştır. Türkiye Türkçesi coğrafyasındaki üç bölge yön sırasıyla Rumeli, Anadolu ve Kıbrıs’tır. Sözü edilen üç saha, toplu olarak pek belirtilmese de, haklarında yapılan dil çalışmalarından görüldüğü gibi, Türkiye Türkçesi sahası içinde incelenmiştir. Belirtilen bölgeler, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihî coğrafyası içindedir. Türkiye Türkçesi de zaten Osmanlı Türkçesinin yakın dönemde başlayıp günümüze gelen devamı olduğuna göre, bu durum son derece doğaldır. Tarihî Osmanlı İmparatorluğu topraklarının yayılım alanı, tarihî süreçte değişse de hep büyük bir alan kaplamıştır. Aidiyeti değişkenlik göstermiş olan sınır bölgeleri dışında, yüzlerce yıl Osmanlı idaresinde olan bölgeler, Türkiye Türkçesinin bugünkü sahasıdır. Tabii, tarihî dönemdeki nüfus durumları ile bugünküler aynı değil. Türkçe, bazı bölgelerde nüfusunu korusa veya arttırsa da, büyük sayılabilecek bazı bölgelerde de düşüş yönünde nüfus değişikliği yaşamıştır. Türkçe konuşanı kalmayan kısımlar da olmuştur. Çağdaş Türkiye Türkçesi sahası da, bütün bu değişikliklere paralel olarak kurgulanmıştır.[4]
Anadolu ağız bölgesi[değiştir | kaynağı değiştir]
Türkiye Türkçesinin kollarından Anadolu kolu ana ağız grupları bakımından Doğu Grubu, Kuzeydoğu Grubu ve Batı Grubu olarak üçe ayrılır.[6] Prof. Dr. Leylâ Karahan’ın Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması adlı çalışması Anadolu ağızları üzerine yapılmış en geniş akademik çalışmadır.
Anadolu ağız bölgesi, Türkiye’nin Anadolu topraklarını içerir.[6] İlk aşamada sınır bu şekilde belirtilmiş ve incelenmiştir.
Anadolu’da özellikle Karadeniz Bölgesi, Güneydoğu Bölgesi ve de Ege Bölgesi’nde ağız farklılıkları vardır. Ancak bu ağızlar, küçük yaşlardan itibaren eğitimde yazı dilinin kullanımı, basın-yayın gibi bazı sebeplerle yavaş yavaş kaybolmaktadır.
Anadolu ağızlarının Doğu Grubu içinde yer alan yerler ve bunların alt gruplar şunlardır:[7]
1. Grup: Ağrı, Van, Muş, Bitlis, Bingöl, Siirt, Diyarbakır, Mardin, Hakkâri, Şanlıurfa (Birecik, Halfeti hariç), Palu, Karakoçan ağızları.
2. Grup: Kars, Erzurum, Aşkale, Ovacık, Narman, Pasinler, Horasan, Hınıs, Tekman, Karayazı, Erzincan, Tercan, Çayırlı, Kemah, Refahiye, Gümüşhane ağızları.
3. Grup: Ardahan, Posof, Artvin, Şavşat, Yusufeli, Ardanuç, Oltu, Tortum, Olur, Şenkaya, İspir ağızları.
4. Grup: Kemaliye, İliç (Erzincan), Elazığ, Keban, Baskil, Ağın, Harput, Tunceli ağızları.
Anadolu ağızlarının Kuzeydoğu Grubu içinde yer alan yerler ve bunların alt gruplar şunlardır:[8]
1. Grup: Trabzon, Rize, Kalkandere, İkizdere, Gündoğdu, Büyükköy ağızları.
2. Grup: Çayeli, Çamlıhemşin, Pazar, Ardeşen, Fındıklı ağızları
3. Grup: Arhavi, Hopa, Borçka, Kemalpaşa, Muratlı, Ortacalar, Göktaş, Camili, Meydancık, Ortaköy ağızları.
Anadolu ağızlarının Batı Grubu içinde yer alan yerler ve bunların alt gruplar şunlardır:[9]
1. Grup: Afyonkarahisar, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bilecik, Burdur, Bursa, Çanakkale, Denizli, Eskişehir, Isparta, İzmir, Kütahya, Manisa, Muğla, Uşak, Nallıhan ağızları.
2. Grup: İzmit, Sakarya ağızları.
3. Grup: Bolu (Göynük, Mudurnu, Seben, Kıbrıscık hariç), Zonguldak, Bartın, Kastamonu (Tosya hariç), Ovacık, Eskipazar ağızları.
4. Grup: Beypazarı, Çamlıdere, Kızılcahamam, Güdül, Ayaş, Göynük, Mudurnu, Seben, Kıbrıscık, Çankırı (Ovacık, Eskipazar, Kızılırmak hariç), Tosya (Kastamonu), Boyabat, Çorum, İskilip (dağ köyleri hariç), Bayat, Kargı, Osmancık ağızları.
5. Grup: Sinop (Boyabat hariç), Samsun (Havza, Ladik hariç), Ordu (Mesudiye hariç), Giresun (Şebinkarahisar ve Alucra hariç), Şalpazarı ağızları.
6. Grup: Havza, Ladik, Amasya, Tokat, Sivas (Şarkışla ve Gemerek hariç), Mesudiye, Şebinkarahisar, Alucra, Malatya, Hekimhan, Arapgir, Malatya ağızları.
7. Grup: Tarsus, Ereğli, Konya merkez ilçesinin bazı köyleri, Adana, Hatay, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Darende, Akçadağ, Doğanşehir, Birecik, Halfeti ağızları.
8. Grup: Ankara, Haymana, Balâ, Şereflikoçhisar, Çubuk, Kırıkkale, Keskin, Kalecik, Kızılırmak, Çorum (merkez ilçe ile güneyindeki ilçeler), Kırşehir, Nevşehir, Niğde, Kayseri, Şarkışla, Gemerek, Yozgat ağızları.
9. Grup: Konya (merkez ilçesinin bazı yöreleri ve Ereğli hariç), Mersin (Tarsus hariç) ağızları.
Birkaç özellik:
Rumeli ağız bölgesi[değiştir | kaynağı değiştir]
Türkiye Türkçesinin kollarından Rumeli kolu ana ağız grupları bakımından Doğu Rumeli ve Batı Rumeli olarak ikiye ayrılır.[10]
Batı Rumeli kolunun özellikleri Gyula Németh’in “Bulgaristan Türk Ağızlarının Sınıflandırılması Üzerine” adlı makalesinde, 8 maddede gösterilmiştir. Sonrasında birçok çalışmada da bu madde açıklaması benimsenmiş, uygulanmıştır. Batı Rumeli sahasının coğrafi sınırları Bulgaristan’da Tuna’nın hemen güneyindeki Lom’dan doğuya doğru Vraça, Sofya, Samokov’dan doğuya doğru ilerleyip Köstendil’e uzanır. Ayrıca Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek ve Sırbistan’da Adakale’yi uç olarak kapsar.[10] Kosova da Batı Rumeli Türkçesinin içinde yer alır.
Batı Rumeli’nin doğusunda kalan bütün alandır. Bulgaristan’da Lom, Vraça, Sofya, Samokov ve Köstendil şehirlerinin doğusundan itibaren ülkenin tamamı, Yunanistan, Makedonya’nın güney kesimleri ve Türkiye’nin Trakya’sı (Doğu Trakya) bu sahanın içindedir.
Birkaç özellik:
Kıbrıs ağız bölgesi[değiştir | kaynağı değiştir]
Kıbrıs ağızları, Kıbrıs‘ta, daha ziyade yerli Kıbrıs Türklerinin konuştuğu, Türkiye Türkçesi ağzıdır. Türkiye’nin Taşeli yöresi ağzıyla (Alanya – Anamur – Aydıncık) benzerlik gösterir.
Kıbrıs ağızlarıyla ilgili ilk bilimsel çalışma Hasan Eren’in 1963 yılındaki bildirisidir.[11] Eren 1959 yılında adada yapmış olduğu üç aylık bir araştırma gezisi sırasında bazı köylerden derlediği malzeme yardımıyla Kıbrıs ağzının kökeni meselesini ele almıştır. Eren’in görüşüne göre Kıbrıs ağzının oluşumunda önce Konya ve yöresi, sonra da Antalya, İçel, Alanya gibi yerlerden yapılan göçler rol oynamıştır. Bu durum, adanın fethinden sonra Kıbrıs’a gönderilen Türk nüfus hakkındaki tarihi belgelerle de örtüşür.[12]
Suriye ağız bölgesi[değiştir | kaynağı değiştir]
Suriye sahası, Türkiye Türkçesinin Batı Grubu ve çoklukla Doğu Grubu ağızlarına benzeyen ağız bölgesidir. Bu bölge, Suriye Türklerinin ağızlarının konuşulduğu alt ağız bölgesidir. Standart dil olarak Türkiye Türkçesi yazı dili kullanımdadır. Suriye bölgesi konusunda ağız çalışmaları beklenen düzeyin altındadır.
Irak ağız bölgesi[değiştir | kaynağı değiştir]
Irak sahası, Türkiye Türkçesi ile Azerbaycan Türkçesinin sınırdaş oldukları bir sahadır. Kerkük, Musul, Telafer gibi yerleşim yerlerinde konuşulur. Standart dil olarak Türkiye Türkçesi yazı dili kullanımdadır.
Kafkaslar’ın batı sahası için de benzer durum söz konusu edilmiştir. Gürcistan ve Ermenistan’ın yer aldığı bu saha da iki büyük Oğuz grubunun kesişim alanındadır.
Örnek metinler[değiştir | kaynağı değiştir]
Temsilî şekiller[değiştir | kaynağı değiştir]
Not: Şekiller temsilîdir. Seslerde değişiklik olabilir.
Ayrıca bakınız[değiştir | kaynağı değiştir]
Kaynakça[değiştir | kaynağı değiştir]
Yazı kaynağı : tr.wikipedia.org
Türkiye Türkçesi ve Özellikleri
Türkiye Türkçesi ve Özellikleri
Türkiye Türkçesi, Batı Türkçesinin III. dönemini oluşturur. Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının konuşma dilinden yeni bir yazı dili oluşturmak amacıyla “Genç Kalemler” dergisinde başlattıkları “Yeni Lisan Hareketi” (1911) bu dönemin başlangıcı kabul edilir. Bu hareketin temsilcileri “Milli bir edebiyat meydana getirmek için önce millî bir dile ihtiyaç vardır.” görüşünden hareketle şu ilkeleri benimsemişlerdir:
Arapça ve Farsçadan Türkçeye giren dil bilgisi kuralları ve bu kurallarla yapılan bütün tamlamalar kaldırılmalıdır.
Dilimize Arapça ve Farsçadan girmiş kelimelerle yapılacak isim ve sıfat tamlamaları, Türkçenin kurallarına göre düzenlenmelidir.
Yazı dili ile konuşma dili arasındaki büyük farklılıkları kaldırmak için yazı dili konuşma diline yaklaştırılmalı, İstanbul konuşması yazı dili olmalıdır.
Bu ilkelerden yola çıkarak taklit değil, yeni ve millî bir edebiyat meydana getirilmelidir.
Türkiye Türkçesinin gelişimi içinde bu hareketten sonra en kapsamlı çalışma Dil Devrimi’dir. 1928’de Harf Devrimi‘nin yapılması ve 1932’de Türk Dil Kurumu’nun kurulmasıyla Türkçe, çok yönlü ve sistemli bir şekilde ele alınarak sadeleştirilmiş ve olgunlaştırılmıştır.
Türkiye Türkçesi
Türkiye Türkçesi Batı Türkçesinin üçüncü devresidir. Bugün de devam etmekte olan bu devre 1908 meşrutiyetinden sonra başlar. Bu yeni devrenin 1908 meşrutiyetinden sonra başlayan ve Cumhuriyete kadar devam eden ilk safhası Türkiye Türkçesinin başlangıç devri mahiyetindedir. Bu kısa devirde çok sür’atli bir şekilde ortaya çıkan yeni yazı dilinin yanında Osmanlıca henüz tamamiyle sahneden çekilmiş değildir. Fakat tam mânasiyle son günlerini yaşamakta ve umumî dil olmaktan çıkarak muayyen kalemler tarafından tutulmağa çalışılan hususî bir dil durumuna düşmüş bulunmaktadır. Hâsılı bu devir, Osmanlıcanın son örnekleri ile Türkiye Türkçesinin ilk örneklerinin yan yana bulunduğu devirdir. Osmanlıcanın bu son örneklerine yeni dil gittikçe fazla sokulduğu gibi, yeni dilin ilk örneklerinde de bazı Osmanlıca unsurlar, eskimiş bazı kelimeler, bazı terkipler görülmektedir. Yukarıda da söylediğimiz gibi değişiklik bir neslin hayatı içinde ortaya çıktığı için Osmanlıcadan yeni dilin ilk örneklerine bu şekilde ufak tefek taşmalar olmuştur. Fakat yeni dil bu küçük taşmalardan bu ilk devre içinde kendisini sür’atle kurtarmış, temiz Türkçenin sayısız örneklerini vererek Osmanlıcayı kısa zamanda gerilerde bırakmıştır, öyle ki Cumhuriyet devri başlarken Osmanlıca artık çoktan ölü bir dil hâline gelmiş ve yazı dilinin bütün ufukları Türkiye Türkçesine açılmış bulunuyordu.
Türkiye Türkçesini Osmanlıcadan ayıran başlıca hususiyet onun yabancı unsurlar karşısındaki durumudur. Dilin iç yapısı, yani Türkçe bakımından Batı Türkçesinin bu iki devresi arasında bir devre farkı olmadığını, bu iki devrenin yabancı unsurlar bakımından ayrı devreler teşkil ettiğini yukarıda da açıklamıştık. Yabancı unsurlar bakımından bu iki devre arasında gerçekten çok büyük bir fark vardır. Bu farkın en ehemmiyetli tarafı terkipler bakımından olan ayrılıktır. Türkiye Türkçesi ter-kipsiz Türkçedir. Türkiye Türkçesinin en belirli vasfı budur. Bu bakımdan Türkiye Türkçesi Batı Türkçesinin en temiz devridir. Az ve basit olmakla beraber Eski Anadolu Türkçesinde de yabancı terkipler vardı. Osmanlıca tam manasiyle terkipli dil demektir. Türkiye Türkçesi ise Türk yazı dilinin bu Arapça, Farsça terkiplerden kurtulmuş olduğu mes’ut devridir.
Bir dil yabancı bir dilin tesirinde kalabilir. Bu tesir lügat hazinesinde, yani kelime sahasında kaldığı müddetçe ne kadar aşın olursa olsun dil için bir tehlike teşkil etmez. Fakat kelime sahasını aşar ve kelime guruplarına, cümle sahasına el atarsa dilin yapısı tehlikeye girer, dilin gidişi çığırından çıkar. Dilin, yapısını ayakta tutabilmek üzere bunlara mukavemet edebilmesi için çok sağlam bir bünyeye sahip bulunması lâzımdır. Osmanlıcada Türkçeye korkunç bir nisbette karışan Arapça ve Farsça terkipler de bu şekilde kelime sahasında kalmayan, cümle sahasına giren yabancı unsurlardı. Türkçenin bünyesi çok sağlam olduğu için bunlara asırlarca mukavemet edebilmiş ve zamanı gelince onlardan kolaylıkla silkinerek kendi yapısı ile baş başa kalmıştır. Fakat bu yabancı unsurlar onun ifade kabiliyeti için çok zararlı olmuşlar, onun gelişmesine asırlarca çelme takmışlardır, işte Türkiye Türkçesini Osmanhcadan ayıran en büyük vasıf onun bu şekilde terkipsiz Türkçe olmasıdır. Bu sebeple Osmanlıcanın sonlan ile Türkiye Türkçesinin başlannda karşımıza çıkacak örnekleri de bu kıstasa göre ayırmak icap eder. Elimizdeki örneğin dili, terkipli ise Osmanlıca, terkipsiz ise Türkiye Türkçesidir.
Türkiye Türkçesi terkipler dışındaki yabancı unsurlar bakımından da Osmanhcadan çok farklıdır. Bir kere Türkiye Türkçesi Osmanhcadaki yabancı çekim edatlanndan, Arapça, Farsça çokluk yapmak gibi yabancı kaidelerden de kurtulmuştur. Sonra yabancı kelime sayısı büyük ölçüde azalmış ve azalmaktadır. Fakat, bir kısmı konuşma diline de yerleşmiş olduğu için, Türkiye Türkçesinde bugün hâlâ pek çok Arapça ve Farsça kelime vardır. Bu hususta Türkiye Türkçesi Batı Türkçesinin en temiz devri değildir. Osmanlıca ile mukayese edilemeyecek kadar temiz bir durumda olmakla beraber. Eski Anadolu Türkçesindrn daha çok yabancı kelime ihtiva etmektedir. Demek ki Türkiye Türkçesinde yabancı unsur olarak yalnız çok sayıda Arapça, Farsça kelime kalmıştır. Bu arada bazı terkipler de görülür, fakat bunlar tek kelime muamelesi gören klişeleşmiş şeyler olup sayılan da çok azdır. Türkiye Türkçesinin diğer devrelerden bir farkı da batı dillerinden bazı yabancı kelimeler almış olmasıdır.
Türkiye Türkçesinde cümle yapısı da büyük bir aydınlığa kavuşmuştur. Bu devrede Türk cümlesi eski devrelerdeki kanşık ve mânâsız uzunluğundan kurtulmuş, kısa, derli toplu, yanlışsız cümle hâline gelmiştir.
Osmanhcadan Türkiye Türkçesine geçiş, yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak suretiyle olmuştur. Osmanlıca, konuşma dilinden çok uzaklaşmış son derece sun’i bir yazı dili idi. Türk yazı dilini daima temiz kalan konuşma diline yaklaştırınca yazı dili kolaylıkla Türkçeyi bulmuş, ve sun’i Osmanlıca tarihe karışmıştır. Esasen Türkçeye sokulmuş olan yabancı unsurlar Arapça, Farsça gibi gerek menşe, gerek yapı bakımından Türkçe ile hiç bir ilgisi bulunmayan bir Sami, bir Hind-Avrupa dilinden gelme idi. Bu sebeple bu unsurlar Türkçenin bünyesi içinde daima yabancı kalmış ve büyük bir sun’iliğe dayanan iğreti durumları, yazı dili konuşma dili kaynağına dönünce çabucak sarsılarak üçüzlü sun’i dil en kısa zamanda yıkılıp gitmiştir. Yazı dili konuşma diline yaklaştırılırken tabii öteden beri kültür merkezi olarak Türkçe bakımından esasen yazı dilinin dayandığı konuşma diline sahip bulunan muhitin dili, yani İstanbul Türkçesi esas alınmıştır. Bu sebeple bugün Türk yazı dili, yani Türkiye Türkçesi hemen hemen istanbul konuşma dilinin, İstanbul Türkçesinin aynidir. Yazı ve konuşma dili olarak ikisi arasındaki fark en aşağı bir derecededir.
Hülâsa, ana çizgileri ile başlıca vasıflarını belirttiğimiz Türkiye Türkçesi bugün tanı bir özleşme, güzelleşme ve gelişme halindedir. Batı Türkçesi bu son devre ile çok hayırlı bir yola girmiş ve Türk yazı dilinin bütün gelişme ufukları açılmıştır. Kuvvetli bir yazı dili olmak üzere gelişme yoluna giren Türkiye Türkçesinin yürüyüş hızı devre boyunca memnunluk verici bir seyir göstermiş, 1928 ‘de eski harflerin terkedilınesin-den sonra ise büsbütün artmıştır. Bu devirde son zamanlarda bile arada sırada Osmanlıca bazı şiirler yazıldığı da görülmektedir. Fakat ölü dille yazılmış olan bu bir kaç şiir şüphesiz ancak tarihî birer hatıradan ibarettir.
Bütün bu yukarıdan beri söylediklerimizi toparlayacak olursak, demek ki, Batı Türkçesi kendi içinde birbirini takip eden ve birbirine geçmiş bulunan üç devreye ayrılmaktadır. Bu devrelerin birincisi olan ve iki asır devam eden Eski Anadolu Türkçesi Selçuklular, Anadolu beylikleri ve ilk Osmanlıların yazı dilidir, ikinci devre Istanbulun fethinden Osmanlı imparatorluğunun sonuna kadar imparatorluğun yazı dili olarak beş asra yakın bir ömür sürmüş bulunan Osmanlıcadır. Üçüncü devreyi teşkil eden Türkiye Türkçesinin hayatı ise henüz yarım asrı geçmemiştir. Yani, Osmanlıca Batı Türkçesinin en uzun devresidir. Bu uzun devre Batı Türkçesinin ayni zamanda en güç devresidir de. Bu devir metinleri üzerine eğilirken üçüzlü yazı dilinde Türkçeden başka iki yabancı ortağın gerekli kaidelerini de bilmek lâzımdır. Türkçeye kendi kaideleri ile girmiş bulunan bu yabancı unsurlar, bir taraftan Eski Anadolu Türkçe’sinde görünmeğe başlamış olduğu, diğer taraftan, kelime hâlinde de olsa, Türkiye Türkçesine de taşmış bulunduğu için bir dereceye kadar Osmanlıcadan önceki ve sonraki devreleri de ilgilendirirler. Osmanlıca-daki Arapça, Farsça unsurların mahiyetini öğrenmek ilk ve son devrenin yabancı unsurlarını da yakından görüp bilmek demektir. Yani, Osman-lıcanın yabancı unsurlarını kavramakla bütün Batı Türkçesinin yabancı unsur durumu aydınlığa çıkmış olur. Türkçe bakımından ise Osmanlıca Türkiye Türkçesinden farklı olmadığı gibi, Eski Anadolu Türkçesine de bağlıdır. Bu yüzden onun Türkçe cephesini ele alırken Türkiye Türkçesi ile Eski Anadolu Türkçesini de ele almış oluruz. Hülâsa, Batı Türkçesinin en karışık ve güç devri olan Osmanlıcanın iç ve dış yapısını incelerken yalnız onun hudutları içinde kalmayarak bütün Batı Türkçesini göz önünde bulundurmak lâzımdır.
Prof. Dr. Muharrem Ergin
Ayrıca bakınız ⇒
Türkçenin Tarihi Gelişimi
Türk Dili
Yazı kaynağı : www.turkedebiyati.org
Yazı Dili Nedir? Konuşma Dili Nedir?
Yazı Dili Nedir? Konuşma Dili Nedir?
Yazı dili, bir ülkede konuşulan şive ya da ağızlar içinden yaygınlaşıp egemen olan ortak dilin yazışmalarda kullanılması, bilim ve sanat yapıtlarının bu ortak dille yazılması sonucu ortaya çıkan yazılı dildir.
Günümüz Türkçesinde İstanbul ağzına dayanan yazılı dil hem ortak dildir, hem de Türk yazı ve edebiyat dilidir. Genelde yazı dili ve edebi dil kavramları eş anlamlı kullanılmaktadır.
“Türk yazı dili” denildiğinde, ilk yazılı ürünleri 8. yüzyıla uzanan, Asya ve Anadolu’da günümüze kadar sayısız yapıt bırakmış bir dil anlaşılır. Günümüze kadar gelebilen en eski yazılı ürünler incelendiğinde, Türk yazı dilinin tarihinin 8. yüzyıldan en az bin yıl öncesine götürülebileceği öne sürülmektedir. Söz konusu yazılı belgeler, gelişme evrelerini geride bırakmış bir dilin ürünleridir. Türklerin kullandıkları yazılar konusundaki araştırmalar ve bulgular da düşünceyi doğrulamaktadır. Göktürk yazısının kökeni 5. yüzyıla kadar çıkarılabilmektedir.
Sözün belli işaretlerle saptanması demek olan “yazı”, bir işaret sistemi gerektirmekte, bu işaretler “harf” denilen şekillerle gösterilmektedir. Harflerin tümüyse “alfabe”yi oluşturmaktadır. Göktürk alfabesinin Türkçedeki bütün sesleri karşılayacak yetkinlikte oluşu, yazının kullanılışının, dolayısıyla yazı dilinin oluşumunun çok eski dönemlere götürülebileceğini göstermektedir.
Türklerin, tarihleri boyunca değişik yazıları (Göktürk, Sogd, Uygur, Brahmi, Manihey, Arap ve Latin alfabesi) kullanmalarına ve bu alfabelerin dayandığı kültürlere bağlı olarak Türk yazı dili de değişiklikler geçirmiştir.
Yazı diliyle konuşma dili arasındaki başlıca ayrım, yazılı anlatımda dil kurallarına uymaya özen gösterilmesidir. Yazı dilinde, sözcükler arasındaki anlam ilişkileri, sözdiziminde ve cümlelerde doğruluk, konuşma diline oranla daha çok önem taşır.
Konuşma dili, bir ulusun dilinin yazıyla ilişkisi olmayan ve çeşitli söyleyiş özellikleri taşıyan yönüdür. Dilin gelişiminde temel, konuşma dilidir. Değişik yöntemlerle yazıya geçirme sistemlerinin hepsi, konuşma diline dayanır.
Konuşma diliyle yazı dili arasında söyleyiş özelliklerinden kaynaklanan çeşitli farklılıklar vardır: “Geleceğiz, yapıyor, bir şey, ağabey” biçiminde yazılan sözcüklerin “gelicez, yapıyo, bişey, abi” biçiminde söylenmesi gibi.
Konuşma dili, yazı diline oranla hızlı bir gelişme içindedir. Bu gelişmede kısa anlatım, devrik cümle, çeşitli vurgulama istekleri gibi nedenlerle söyleyişten ileri gelen etkenlerin payı büyüktür. Türk dilinde konuşma dili, yazı dili ayrımı İslamlık etkisine girilmesinden sonra belirginlik kazanmıştır.
Kaynak: Murat Akıncı, Açıklamalı Edebiyat Terimleri Sözlüğü, 1999
Konuşma Dili, Yazı Dili
Bir dilin iki cephesi vardır: Biri, insanların karşı karşıya geldikleri zaman sesli olarak görüşürken, yani konuşurken kullandıkları “konuşma dili”, öteki yazıda kullanılan dildir. Buna “yazı dili” veya “kültür dili” de denilmektedir. Kültür dili bir memleketin kültür merkezi olarak gelişen yerleşim biriminin dilidir. Bir dilin yazısı çoğu zaman lehçelerinden veya ağızlarından birine göre, yazı lehçesine göre şekillenir. Yazılan dil ise din, edebiyat ve ilim adamları tarafından işlenerek zenginleşir ve konuşma dilinden az çok farklılaşır. Bizim yazı lehçemiz Batı Türk Dili’nin Anadolu lehçesidir. Yeni Türkçede ses özellikleri ve çekim yönlerinden İstanbul ağzı esas sayılır.
Bir milletin bütün aydınları yazı dilini bilirler ve yazı lehçesini konuşurlar. Yazı dili lehçe ve ağızların alabildiğine farklılaşmasını önler. Hepsinin zenginliklerinden faydalandığı gibi onları ortak bir kaynaktan zenginleştirir. Dil millî birliğin çimentosudur. Ayni dili konuşan insan toplulukları bir millet sayılırlar ve hemen her zaman ayrı, bağımsız bir devlet kurmuş bulunurlar.
Bir dil kendi içerisinde birtakım alt kollara ayrılır. Böylece bir dil sahası içerisinde lehçeler, ağızlar ve argolar meydana gelir.
Lehçeler, bir dilin bilinmeyen, çok eski dönemlerinde ayrılmış kollarına denir. Başka bir deyişle, bir dilin birbirinden uzak bölgelerde, çeşitli nedenlerle, ses, söz dizimi ve söz varlığı bakımından değişikliğe uğramış biçimine lehçe (Alm: Dialekt; Fr: dialecte; İng: dialect) denir.
Tanımalardan da anlaşılacağı gibi, ‘ağız’da genellikle ses ve söyleyiş farklılığı varken, lehçede ses ve söyleyiş farklılığıyla birlikte, dilin yapısı (söz dizimi) ve söz varlığı da değişmektedir. O kadar ki, bu farklılıklar zamanla lehçelerin birer dil olmasına bile yol açmaktadır. Söz gelimi, Latincenin çeşitli lehçeleri arasındaki farklılık zamanla o kadar büyümüştür ki, sonunda Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Rumence gibi diller ortaya çıkmıştır.
Adriyatik Denizi’nden Çin Denizi’ne kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada yaşayan Türkçe de birçok lehçelere ayrılmıştır: Batı Türkçesinin Anadolu, Azerî, Türkmen lehçeleri gibi ve Özbek lehçesi, Kazak lehçesi, Kırgız lehçesi…
Lehçenin ayrı bir dile dönüşmesi olayına Türk dilinde de rastlanmaktadır. Yaşayan Türk lehçelerinden ikisi, bugün artık birer dile dönüşmüştür. Bunlardan biri, Sibirya’da Lena Nehri’nin iki yanında yaşayan Yakut Türklerinin konuştuğu Yakutça diğeri ise, Orta Volga bölgesinde Kama Irmağı’nın Volga’ya kavuştuğu yerde yaşayan Çuvaş Türklerinin dili olan Çuvaşçadır.
Bir dilin lehçeleri arasındaki bağı ya da farklılıkları en iyi lehçeler sözlüğü ortaya koyar. Örneğin, W. Radloff’un “Türk Lehçeler Sözlüğü” bu nitelikte bir sözlüktür.
Hüseyin Kâzım’ın “Büyük Türk Lugatı” da bu alanda hazırlanmış büyük bir eserdir.
Türk lehçeleri hakkında ilk bilgileri veren eserse Kaşgarlı Mahmut‘un ölümsüz eseri “Divanü Lugat-it Türk” ‘tür.
Ağız bir dilin en yeni zamanda ayrılmış küçük bölge kollarıdır. Başka bir tanımla, bir dilde ya da bu dilin bir lehçesinde yazı diline oranla ortaya çıkan farklı söyleyiş biçimine ağız (Alm: Mundart, lokalsprache, sondersprache; Fr: parler, patois; İng: local language, vocational slang; Osm: Şive ) denir. “Geliyorum” kelimesinin çeşitli Anadolu ağızlarında geliyom, gelirem, geliyem şeklinde söylenmesi gibi. Anadolu lehçesinin Rumeli, Karaman, Aydın, Harput v.b.
Ağız, bölge, çevre farklılıklarından ortaya çıkabildiği gibi, meslek ve öğrenim farklılıklarından da kaynaklanabilmektedir.
Denizli ağzıyla Edirne ağzı bölge farklılığından; köylü diliyle kentli dili, işçi diliyle memur dili arasındaki fark da çevre, meslek ve eğitim farklılığından doğmuştur.
Çevre, meslek ve eğitim farklılıklarından doğan değişik söyleyiş biçimine ağız yerine şive adı verildiği de görülmektedir. Ancak, bütün dilbilgisi terimleri sözlüklerinde ağız teriminin Osmanlıca karşılığı olarak şive sözcüğü gösterilmektedir. Dilbilim alanında yazılan eserlerde de artık ağız terimi Arapça şive sözcüğünün yerine kullanılmaktadır.
Bu duruma göre Çuvaş ve Yakut Türkçeleri dilimizin lehçeleri: Kırgız Türkçesi, Azeri Türkçesi, Oğuz Türkçesi, Özbek Türkçesi… , ağızları da: Karadeniz, Konya, Ege İstanbul, Kastamonu, Ankara…
Her ülkede böyle lehçe, ağız (şive) bulunabilir. Fakat o ülkede belli bir yazı dili vardır. Yazı dili için ağızlardan birisi esas alınır. Mesela Türkiye’de İstanbul ağzı yazı dilimizin temelini oluşturmuştur.
Argo, belli bir kesimin, genellikle de belli bir meslekten olan kişilerin kendi aralarında oluşturup konuştukları, bu nedenle ortak dili konuşan diğer insanların anlayamadığı özel dile argo (Alm: Argot, gaunesprache; Fr: argot; Ing: slang) adı verilir.
Yapı bakımından içinden çıktığı ortak dilden farklı olmayan argo da, her dil gibi, sürekli olarak değişir, gelişir. Kimi sözcükleri ölür, toplumsal gelişmelere göre yeni sözcükler kazanır.
Argo terimi, eskiden, daha çok kaba dil karşılığı olarak külhanbeyi, ayak takımı ağzı için kullanılırdı. Bu anlayış büyük ölçüde değişmiştir. Bugün, külhanbeyi, hırsız, denizci, şoför argosu yanında esnaf, sanatçı argoları da ortaya çıkmıştır.
Argo sözcükler, ortak dilin ya da bir yabancı dilin sözcüklerine özel anlamlar yükleyerek, yabancı dilden alınan bazı sözcüklerin yapısını bilinçli olarak bozarak elde edilir.
Argo, sanıldığının tersine, anlam değişiminin güçlü olduğu, nükteli, etkili bir dildir. O kadar ki, argo sözcükler, öbekler, zamanla ortak dilin söz varlığına da girer, ulusça kullanılır.
Örneğin,
gibi sözcük ve öbekler argodan anadilimize geçmiştir.
Yazı kaynağı : www.turkedebiyati.org
Yorumların yanıtı sitenin aşağı kısmında
Ali : bilmiyorum, keşke arkadaşlar yorumlarda yanıt versinler.
kim kimdir ne zaman nasıl nelerdir nedir ne işe yarar tüm bilgiler
dünyadan ilginç ve değişik haberler en garip haberler burada
enteresan haberler