1955 yılı işletmeler bakanı kimdir

1955 yılı işletmeler bakanı kimdir bilgi90’dan bulabilirsiniz

21. Türkiye Hükûmeti

1955 İşletmeler Bakanı kimdir? Samet Ağaoğlu Kimdir? Fethi Çelikbaş kimdir?

1955 İşletmeler Bakanı kimdir? Samet Ağaoğlu Kimdir? Fethi Çelikbaş kimdir?

1955 İşletmeler Bakanı kimdir? Samet Ağaoğlu Kimdir? Fethi Çelikbaş kimdir? Sorularına cevap aranıyor. 1955 İşletmeler bakanlarının biyografisini haberimizde derledik.

İşletmeler Bakanı
Fethi Çelikbaş 17 Mayıs 1954 – 6 Aralık 1954
Samet Ağaoğlu 6 Aralık 1954 – 9 Aralık 1955

Fethi Çelikbaş kimdir?

Fethi Çelikbaş, bakan, milletvekili, senatör, siyasetçi, öğretim üyesi. 1912 yılında Burdur’da doğdu. Fethi Çelikbaş, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Türk Ofisi Raportörü, Siyasal Bilgiler Okulu İktisadi ve Mali İlimler Kürsüsü Asistanı ve İktisat Doçenti, Siyasal Bilgiler Okulu Türk inkılâp Tarihi öğretim Üyesi, Ziraat Fakültesi iktisat Doçenti, İktisadi ve Mali İlimler Grubu Profesörü, Siyasal Bilgiler Okulu Müdürü ve Dekanı, Ankara Ziraat ve Veteriner Fakültesi Ekonomi Hocası olarak görevlerde bulundu.

Samet Ağaoğlu Kimdir?

Meşrutiyet döneminin ünlü siyasetçilerinden Ahmed Bey’in oğlu olan Samet Ağaoğlu, 1909 yılında Bakü’de doğdu. Eğitim için genç yaşta ailesiyle birlikte Türkiye’ye geldi. Beyazıt Fevziye Lisesi ve Ankara Hukuk Mektebi’nde öğrenim gördü. Daha sonra yüksek lisans yapmak için Fransa’ya giderek Strassburg Üniversitesi’nde eğitim almaya başladı. Ancak babasının işlerinin bozulması üzerine 1932’de ülkesine geri dönmek zorunda kaldı. Bu dönemde iktisat Bakanlığı’nda memur olarak görev aldı. 1946 yılında da devlet hizmetinden ayrılarak avukatlığa geçti. Demokrat Parti’nin kurulmasıyla da siyasete atılarak 1950-1954-1957 yıllarında yapılan seçimlerde Manisa’dan milletvekili oldu.

Bunun yanında çalışma, sanayi ve devlet bakanlığı da yaptı. 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sırasında da tutuklanarak müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Ancak 1964 yılında çıkartılan genel af yasası ile serbest bırakıldı. Tahliyesi’nin ardından kendisini tümüyle yazılarına veren Samet Ağaoğlu, 6 Ağustos 1982 tarihinde hayatını kaybetti.

Yazı kaynağı : www.gazeteilksayfa.com

Samet Ağaoğlu Kimdir?

Samet Ağaoğlu Kimdir?

Samet Ağaoğlu (Abdüssamet), bakan, milletvekili, siyasetçi, devlet adamı, hukukçu, yazar.

1909 yılında
Bakü’de doğdu.

Ankara Hukuk
Fakültesi’ni bitirdi.

Hâkimiyeti Milliye Gazetesi Muhabiri, İktisat Bakanlığı İş ve İşçiler Bürosu Tetkik Memuru ve Raportörü, Sanayi Müfettişi, İktisat Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdür Yardımcısı ve Şube Müdürü, Ticaret Bakanlığı İhtiyarı Tetkik Komisyonu İstanbul Üyesi ve İç Ticaret Genel Müdürü olarak görevlerde bulundu. Serbest avukat olarak çalıştı.

14 Mayıs 1950 (9. Dönem), 2 Mayıs 1954 (10. Dönem) ve 27 Ekim 1957 (11. Dönem) tarihlerinde yapılan genel seçimlerde Demokrat Parti (DP) Manisa Milletvekili seçildi. Adnan Menderes’in kurmuş olduğu 19. Hükümet’te (I. Menderes Hükümeti) 5 Haziran 1950 tarihinde yapılan kabinde değişikliğinde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak atandı.

Adnan Menderes’in 9 Mart 1951 tarihinde kurmuş olduğu 20. Hükümet’te (II. Menderes Hükümeti) Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı görevi devam ettirildi. 20. Hükümet’te 10 Kasım 1952 tarihinde yapılan kabinde değişikliğinde Çalışma Bakanı olarak atandı.

Adnan Menderes’in kurmuş olduğu 21. Hükümet’te (III. Menderes Hükümeti) 6 Aralık 1954 tarihinde yapılan kabinde değişikliğinde İşletmeler Bakanı oldu. 9 Aralık 1955 tarihinde kurulan 22. Hükümet’te (IV. Menderes Hükümeti) İşletmeler Bakanlığı görevi devam ettirildi. 22. Hükümet’te 2 Eylül 1957 tarihinde yapılan kabine değişikliğinde Sanayi Bakanı olarak atandı.

Adnan Menderes’in 25 Kasım 1957 tarihinde kurmuş olduğu 23. Hükümet’te (V. Menderes Hükümeti) Sanayi Bakanlığı görevi devam ettirildi. 23. Hükümet’te 8 Şubat 1958 tarihinde yapılan kabine değişikliğinde Devlet Bakanı olarak atandı.

27 Mayıs 1960
darbesinde tutuklandı. Yassıada’da yargılandı. Müebbet hapse mahkûm edildi.
Çıkarılan af kanunu ile cezası affedildi.

Evli ve üç çocuk
babasıydı.

Fransızca
biliyordu.

6 Ağustos 1982
tarihinde vefat etti.

Kaynakça

https://www.tbmm.gov.tr/TBMM_Album/Yeni%20klas%C3%B6r/Cilt2.pdf Erişim: 11.01.2020
https://www.tbmm.gov.tr/yayinlar/hukumetler/hukumetler_cilt_2.pdf Erişim: 11.01.2020
https://www.devletarsivleri.gov.tr/varliklar/dosyalar/eskisiteden/yayinlar/genel-mudurluk-yayinlar/dunden_bugune_basbakanlik.pdf Erişim: 11.01.2020
http://www.adfed.org.tr/kose-yazilari/eylul-1961-yassiada-kararlari Erişim: 11.01.2020
https://www.kitapyurdu.com/yazar/samet-agaoglu/6891.html Erişim: 11.01.2020

Yazı kaynağı : www.kimoneo.com

Türk Yurdu Dergisi

Türk Yurdu Dergisi

        Atatürk’ün ölümünden önce çok partili hayata geçiş, “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası”(1924) ve “Serbest Cumhuriyet Fırkası” (1930) adlı iki parti ile denenmiş, ancak bu iki teşebbüs de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Cumhuriyeti ve demokratikleşmeyi tam anlamı ile özümsememekten doğan sorunlar, kurulan partilerin “devrimlerin yozlaştırılmaması, karşı devrime olanak tanınmaması”[1] amacı ile kapatılmasına neden olmuştur. Başarısızlıkla sonuçlanan bu iki deneme, Cumhuriyet Halk Partisi(CHP)’nin 1945 yılına kadar tek parti olarak iktidarda kalmasını sağlamıştır.

         

        1945 yılına gelindiğinde ise hem CHP içinden bazı sesler düzenin demokratikleşmesini istiyor, hem de “Milli Şef”[2] yaptığı konuşmalarla çok partili hayata geçişi destekler bir tavır sergiliyordu.[3] Tüm bu gelişmelerin ardından çok partili hayata geçiş ilk olarak Nuri Demirağ ve arkadaşlarının 18 Temmuz 1945’de “Milli Kalkınma Partisi”ni kurması ile gerçekleşiyordu. Bu partinin yanı sıra, “1945-1950 tarihleri arasında birçok parti kurulmasına karşın bunlardan yalnızca 7 Ocak 1946 tarihinde Ankara’da kurulan Demokrat Parti (DP) başarı sağlayabilmiş ve en güçlü muhalefet partisi olmuştur.”[4]

         

        Celal Bayar’ın genel başkanlığa seçildiği “Demokrat Parti’nin programı gerek ekonomik görüş gerekse kişisel hak ve özgürlükler yönünden Halk Partisi’nin programından daha liberaldi.”[5] DP, CHP’ye karşı bir tepki olarak ortaya çıkmış olmasına rağmen CHP’nin de sembolü olan altı okun temsil ettiği Atatürk ilkelerini programına almış ve bu temeller üzerinde yükselttiği ideolojisi ile girdiği ilk seçimi (1946) kaybettiyse de 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerden mutlak bir galibiyetle çıkmış ve böylece CHP’nin 27 yıllık iktidarına son vermiştir.

         

        1950 yılında iktidarı ele geçiren DP’nin en önemli özelliklerinden biri, CHP döneminde revaçta olan “sivil ve asker bürokrasi ile aydınlara”[6] karşı olumsuz bir tavır sergilemesiydi. “DP önderleri ‘gelenekçi-liberal’ gruplar tarafından desteklenen kişiler olarak ‘devletçi-seçkinci’ yaklaşıma karşıydılar.”[7] DP her ne kadar CHP politikalarını eleştirse de, tek parti dönemi anlayışından etkilendiği görülüyordu. Bunun nedeni DP kurucularının çoğunun CHP kökenli olmasıydı. Ayrıca DP’lilerin, gelenekçilerden aldıkları desteği sürdürebilmek için Atatürk devrimlerinden bazılarına karşı olumsuz bir tavır sergiledikleri görülmekteydi. Demokrat Partililer, sosyal anlamda halk ile bütünleşmeyi öngörüyorlardı. CHP’nin  “halk için halka rağmen” şeklinde özetlenen politikasından sonra DP’nin bu tutumu, halk arasında büyük rağbet görüyordu. Halk ile bütünleşmede başarı sağlayan DP, gittikçe bürokrasi ve aydın kesimden uzaklaşmış ve bu tavır daha sonraki yıllarda parti içi bölünmelere neden olmuştur.

         

        “Demokrat Parti düşünce ve çıkar farkları gözetilmeksizin, programı, görüşleri ve yaklaşımı ayrıntılı olarak bilinmediği halde, ülkedeki bütün karşıt gruplar tarafından desteklenmişti. Tek parti düzenine karşı birikmiş olan bıkkınlık Demokrat Parti için büyük bir destek niteliğine dönüşmüştü.”[8] Oysa DP içinde de bazı sorunlar yaşanıyordu. Bu sorunlardan en önemlisi de parti içinde toplumun her kesiminden insanın bulunmasıydı. Parti içindeki bu çok renklilik birçok problemi de beraberinde getirmişti. Ait olduğu yörenin bakış açılarını yansıtmaya çalışan Demokrat Partililer ile aydın, okumuş parti üyeleri arasında sorunlar oluşmaya başladı. Bu sorunlar zamanla DP içerisinde bölünmelere neden oldu. “İlk bölünme henüz muhalefette bulunduğu 1948 yılında vuku bulmuş ve bundan Millet Partisi doğmuştu. İktidara geldikten sonra DP’den ayrılanlar 1952 yılında Türkiye Köylü Partisi’ni, 1955 yılında da Hürriyet Partisi’ni kurdular.”[9]

         

         

        Demokrat Parti’de Hürriyet Partililerin Konumları

        

        1950 Seçimlerinden zafer ile çıkan DP’nin Adnan Menderes tarafından kurulan ilk kabinesinde, yaklaşık altı yıl sonra “Ondokuzlar” sıfatıyla DP bünyesinden ayrılıp Hürriyet Partisi (HP)’ni kuracak olan milletvekilleri de görev almışlardır. Bu milletvekilleri DP’nin aydın ve kültürlü kesimi olarak adlandırılan kesiminden geliyorlardı. Örneğin parti içerisinde ciddi rol oynayan bu kişilerin önderleri kabul edilen Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu; DP için “Demokrat Parti’nin Ege’de temelini eliyle”[10] attığı şeklinde yorumlanacak ölçüde önemli bir yerdeydi. Ayrıca Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu DP’nin üst düzey yöneticileri arasında bulunmuş ve devlet bakanlığı da yapmıştır. Karaosmanoğlu’nun çalışma arkadaşları ve HP’nin kurucularından Fethi Çelikbaş ve Muhlis Ete, Nazım Berksan’ın “Başvekil” adlı kitabında övgü dolu şu sözler ile anlatılmaktadır: “Fethi Çelikbaş yakınen tanıdığım hakikaten değerli bir profesör cidden hakiki bir vatanseverdir. Demokrat Parti iktidarında hizmetleri geçmiştir. Ticaret ve İşletmeler Vekâleti’nde bulunmuştur. Doğru yoldan şaşmadan yürümüştür. Mükemmel bir hatiptir. Profesör Muhlis Ete bizim köyün (Bakırköy’ün) mümtaz ailelerinden birisinin evladı garp kültürüne bihakkın vakıf, itidal sahibi, temkinli bir ilim adamı ve aynı zamanda politikacıdır.”[11] Berksan’ın bu sözlerle anlattığı Muhlis Ete’nin de görev aldığı, ilk Menderes kabinesi 22 Mayıs 1950 tarihinde ilan edilmiştir. Bu kabinede Muhlis Ete İşletmeler Bakanı, Nihat Reşat Belger Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı olarak görev almıştır. Aynı kabinede DP Genel Başkanlığı’na aday olduğu için Adnan Menderes’in rakibi olarak kabul edilen Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu da Devlet Bakanlığı görevine getirilmiştir. 19 Eylül 1950 tarihinde ise yine HP Kurucularından Ekrem Hayri Üstündağ, Belger’in yerine Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı olarak atanmıştır. 1951 yılının Mart ayına kadar görev yapan ilk kabinenin verdiği önemli kararlarda yer alan geleceğin Hürriyet Partilileri etkin rol oynamıştır.

         

        22 Mayıs 1950 tarihinde oluşturulan ilk kabine yaşanan çalkantıların ardından 1951 Mart’ında istifa etmiş, yerine II. Menderes Hükümeti kurulmuştur. Bu kabinede de Devlet Bakanı olarak Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Muammer Alakant; Ekonomi ve Ticaret Bakanı olarak sırasıyla Muhlis Ete, Enver Güreli, Fethi Çelikbaş, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı olarak da Ekrem Hayri Üstündağ görev almıştır.[12]

         

        II. Menderes Hükümeti yöneticileri, fikri ayrılıklara karşı sert bir üslupla karşılık veriyor bu sert tutum parti içerisindeki kutuplaşmaların da temellerini atıyordu. Örneğin Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu’nun 2 Aralık 1951 tarihinde atandığı İçişleri Bakanlığı görevi sırasında verdiği laiklik vurgulu demeçleri, halk desteği alabilmek adına daha rahat bir tavır sergileyen DP liderleri tarafından tepki ile karşılanıyordu. Bu tepkiye en güzel örnek, DP saflarında yaşadıklarını “Yaşadığımız Devrin İçyüzü” adlı hatıralarında anlatan Ahmet Hamdi Başar’ın şu sözleri olacaktır: “1953 senesi bütçesinin görüşülmesi sırasında, kürsüde yaptığım tenkitkar konuşma Adnan Bey’le aramda açılmış uçurumun bir miktar daha derinleşmesine yaradı. Bu bütçe hükümet tarafından son derece iyimser bir görüşle her şey tozpembe olarak hazırlanmıştı. (…) Bu iyimser görüşün ancak kendimizi aldatmaya hatalı yolda ısrarla yürümekte devam etmemize yarayacağını hakiki durumumuzun bunun aksine endişe verici olduğunu delilleriyle izaha çalıştım. Kıyametler koptu.”[13] Bu hatıradan da anlaşılacağı üzere, DP artık kendi içinde dahi birlik ve beraberlik sağlayamıyor, en küçük bir eleştiri karşılıklı tavır almalara neden oluyordu. İlerleyen günlerde bu durum partiden ayrılmalara neden olacaktı. DP içinde yaşanan bu ilk huzursuzluklar evresinde “Ondokuzlar” olarak partiden ayrılacak olan milletvekilleri de rol oynuyordu. Örneğin; “İskân Bankası kurulması ve İç İskân Politikası’nın Planlaşması”[14] ile ilgili bir kanun teklifinde Enver Güreli ve Nihat Reşat Belger’in imzaları bulunuyordu. Bu kanun teklifi de hükümet işlerine karışma ve tenkit etme olarak kabul edilmiş, parti içerisinde hoş karşılanmamıştır.

         

        DP kendi içindeki sorunlara rağmen halk desteğini kaybetmiş değildi. “Demokrat Parti’ye Türk halkı 1950’de verdiği krediyi 1954’te daha da artırmıştı. Bunun sebepleri açıktı. DP bu dört yıl içinde memleketimizin tarihinde görülmeyen bir kalkınma politikasını başarı ile yürütmüş Türkiye’nin imar ve inşasına büyük bir önem vermiştir. (…) Bu dört yıl zarfında muhalefetin iktidara yönelttiği acı tenkitler halkımızın zihninde hiçbir iz bırakmamıştır.”[15] Muhalefetin sertleştiği yönetimin baskısını artırdığı halkın ise memnun olduğu bir dönemde, 2 Mayıs 1954 seçimlerine gidildi. DP seçimlerden daha da güçlü bir halde çıktı. Seçimlerden sonra oluşan “Meclis’te DP’nin 503, CHP’nin ise sadece 31 sandalyeye sahip”[16] olduğu görülmektedir.

         

         

        DP’de Parti İçi Muhalefet ve Ayrılış

        

        DP kazandığı bu büyük başarının ardından yeni kabinesini 17 Mayıs 1954 günü ilan etmiştir. Yeni kabine programını 23 Mayıs 1954 tarihinde grupta okuyarak oy birliği ile güvenoyu aldı. “Hükümet programında dikkate çarpan cihet şu idi ki, üçüncü Menderes kabinesi, son dört yılda demokrasiyi soysuzlaştıran şartların devamına artık müsaade etmeyerek yeni bir politika izleyecekti ve bunu programında açıkça ifade ediyordu. (…) Yeni politika 1954 yılından önceki aşırılıkları ve taşkınlıkları elbette ki bertaraf edici bir istikamette olacaktı. Bunu program yeter derecede açıklıkla söylüyordu. Yeni program bu hüviyeti içinde bir takım kısıntılar, bazı yasaklamalar getirecek demekti. (…) Bu hürriyetlerin daraltılması ve sınırlandırılması gibi telakki olunabilir ve beklenenin tam aksine, DP için çok ters bir sonuç da verebilirdi.”[17] DP milletvekillerinden olan Rıfkı Salim Burçak’ın bu sözlerle anlattığı yeni kabinenin programı ve bu programın uygulanış süreci, hem DP içinde hem de ülke çapında bir dönüm noktası olmuştur.

         

        Hükümet programı çerçevesinde ardı ardına birçok kanun çıkarmaya başlamıştır. Memurlar ile ilgili çıkardıkları kanunları çeşitli illerin statülerindeki değişiklik izlemiştir. DP, 1954 seçimlerindeki büyük başarısının da verdiği güvenle radikal kararlar alıyordu. Ve bu kararlara gelen en küçük bir muhalefete dahi hoşgörüsü yoktu. Bu hoşgörüsüz politika ve sorunları perdeleme çalışmaları gittikçe “baskı” haline dönüşmeye başladı. Uyguladığı baskı ise DP’ye iki büyük sorun olarak geri döndü. Artık “hükümet iki yönden gelen tehlikelerle karşı karşıya idi. Birincisinin kaynağı muhalefet ikincisinin ise bizzat kendi saflarındaki çatlaklardı.”[18] Hükümet muhalefet kaynaklı tehlikeyi baskı yolu ile susturabiliyordu. Muhalefete karşı “sıkıyönetim silahını”[19] kullanıyor, onlara destek veren basın kuruluşlarını kapatıyordu. Kısacası muhalefetin yarattığı tehlikeyi bertaraf edebilecek gücü vardı, ama kendi içindeki kişilerin oluşturduğu muhalefeti aynı şekilde kaldıramazdı. DP içinde oluşan muhalif grup, DP iktidarına zarar verdiği kadar partinin yurt genelindeki itibarında da bazı aksaklıklar yaratıyordu.

         

        Oluşan muhalefeti gören Adnan Menderes parti içi disiplini sağlamak için seçimlerden sonra bazı önlemler almaya başladı. İlk olarak 13 Ağustos 1954 tarihinde DP bünyesinden birçok kişi çıkarıldı. “Partiden çıkarılmalar ağustos ayını izleyen dört ay boyunca sürüp gitti ve bu süre içinde Menderes’e karşı olanlar partiden uzaklaştırıldı.”[20] Parti içi muhalefeti bu şekilde bastırmaya çalışan Menderes’in ekonomi politikasındaki aksamalar parti bünyesinde yeni bir tartışmaya neden olmuştur. Bu çerçevede 18 Ocak 1955 tarihinde “dört milletvekili hükümetin iktisadi siyasetini eleştiren bir rapor yayımladı. Bütçe komitesinin üyeleri olan bu milletvekilleri Kenan Akmanlar, Haluk Timurtaş, Ekrem Cenani ile Feridun Ergin idi: “Rapora giren istihlak eşyası darlığının yarınki müreffeh Türkiye’yi yaratmak üzere katlanılması lazım gelen mecburi bir fedakârlık olduğu telakkisi yanlıştır. Pahalılık gittikçe görülmemiş şekilde artacaktır. Emisyon ve kredi politikasının değişmesi, fiyat istikrarının sağlanması, murakabenin çok daha şiddetlendirilmesi lazımdır. Dar gelirli sınıf üzerinde dikkatle durulması icap eder.”[21] Demokrat Partili dört milletvekilinin bu sözler ile eleştirdiği hükümet, parti dışındaki muhalefeti bastırmada gösterdiği başarıyı kendi bünyesindeki karşıtları bertaraf etmekte gösteremiyordu.

         

        Menderes 1954 yılında kazandığı büyük seçim zaferinden sonra, “artık basını ve üniversiteleri -aydınların iki kalesi- önemsemeyebileceği ve kendi başına yönetebileceğini düşünüyordu. İkisinden de uzaklaştı ve bunun parti içindeki sonuçları büyük oldu. Partideki Fethi Çelikbaş, Feridun Ergin ve Turan Güneş gibi liberal akademisyenler, 1954’den hemen sonra Menderes yönetimindeki DP’den soğumaya başladılar.”[22] Menderes’e karşı olumsuz bir tavır takınan bu kişiler Fethi Çelikbaş’ın önderliğinde 2 Mayıs 1955 tarihinde Meclis’e “İspat Hakkı Önergesi”ni verdiler. Bu önergeyi verenler arasında Fethi Çelikbaş’ın dışında Ekrem Alican, Enver Güreli, Raif Aybar, Seyfi Kurtbek gibi partinin önde gelen isimleri yer alıyordu. Menderes kabinelerinde yer almış olan bu kişiler “Onbirler” adı ile anılmaktaydı. Bu on bir kişinin bir önerge olarak Meclis’e sundukları İspat Hakkı kanun teklifi dönemin muhalif dergilerinden olan Akis’de “İspat Hakkı Lüzumludur” adlı makalede şu sözler ile yorumlanmıştır:

         

        “İspat Hakkı, bambaşka bir husus için isteniyor. Bir bakan için “hırsızdır” demek bugün o bakan hırsız da olsa, hırsız olmasa da suçtur. Zira bu fiil 6334 Sayılı kanunun birinci maddesinin birinci fıkrasına girmektedir. Birinci fıkra ise şudur: “Namus, şeref veya haysiyete tecavüz edilmesi veya hakarette bulunulması…” isnat diye bir şey bahis mevzuu olmadığına göre, bugünkü mevzuat çerçevesinde mahkeme hiçbir araştırma yapmaya yetkili değildir. 19’lar istiyorlar ki eğer bakan hakikaten hırsızsa, ithamı yapan bunu ispat edebilmek hakkına sahip bulunsun, ispat ederse beraat etsin, yok ispat edemezse o zaman cezalandırılsın. Bunun hırsız olmayanlar için kötü tarafı ne? Bilakis, çok iyi tarafları var. Bakınız nasıl: Başbakan Adnan Menderes aynı konuşmasında “benim için tembeldir diyemiyorlar, dirayetsizdir diyemiyorlar, hırsızdır diyemiyorlar, bula bula diktatörlük isnat ediyorlar” demiştir. Doğrudur; kendisi için tembeldir, dirayetsizdir, hırsızdır diyemiyorlar. Ama hükümetin başında hakikaten dirayetsiz, hakikaten hırsız bir başkan olsa ona da tembel, dirayetsiz veya hırsız denilemeyecektir; zira bunu kanun men etmektedir. İspat hakkını tanımayan kanun…

        

        Başbakan Adnan Menderes şöyle diyebilseydi, göğsünü daha ziyade germek hakkına sahip olmaz mıydı: “İşte, kanun müsait: eğer tembel, dirayetsiz veya hırsız olsaydım bana tembel, dirayetsiz, hırsız diyebilirlerdi. Bunu demeye dilleri varmıyor, bula bula diktatörlük isnat ediyorlar.” 

        

        Başbakan’ın yerinde biz olsaydık, ilk yapacağımız iş ispat hakkını kabul etmekti… Hiçbir şey için olmasa, şöyle göğsümüzü rahat rahat gerebilmek için…[23]

         

        Metin Toker tarafından çıkarılan Akis dergisinde bu sözler ile anlatılan “ispat hakkı” konusu, diğer olaylar nedeni ile iyice birikmiş olan muhalefetin birleştiği nokta olmuştur. Artık muhalifler “Menderes’e meydan okuyacak konumdaydı. (…) Temmuzda Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu basına ispat hakkını tanımaktan yana olduğunu ilan ettiğinde muhalifler kendi davalarına bir lider”[24] bulmuş oluyorlardı. Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu ve DP’nin kurucularından olan Ekrem Hayri Üstündağ “15 Eylül 1955 günü Meclis Başkanlığı’na müracaatla ispat hakkı kanun teklifine imza koyarak 11’ler hareketine”[25] resmen katılmışlardır.

         

        6-7 Eylül olaylarının hemen ardından DP iç ve dış politikada birçok sorun yaşarken Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu’nun “ispatçılara” katılması, DP içinde ve özellikle Adnan Menderes tarafından büyük tepki ile karşılandı. Bu tepki 7 Ekim 1955 tarihinde toplanan Genel Kurul toplantısında su yüzüne çıktı. Genel Kurul toplantılarına uzun süredir katılmayan Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, bu toplantıya katılmak istemiş ancak Menderes’in engeli ile karşılaşmıştır. O günkü olayların birebir şahidi olan DP milletvekili Rıfkı Salim Burçak anılarını kaleme aldığı “On Yılın Anıları” adlı kitabında olayı şu sözler ile anlatmaktadır: “Son zamanlarda kurul toplantılarına katılmayan Fevzi Lütfü de o gün kurula gelmişti. Bir ara, “telefona istiyorlar” diye beni dışarıya çağırdılar; çıktım. Parti kâtibi Mehmet Ali Bey özür dileyerek şunları söyledi: “Telefon falan yok. Başvekil Bey Genel Kurul’un Başbakanlıkta toplanmasını, arzu etmiş, Fevzi Lütfi Bey’in bulunmasını istemiyor.” Az sonra Genel Kurul Fevzi Lütfü hariç olmak üzere, Başbakanlıkta toplandı. (…) Fevzi Lütfü hakkında uzun açıklamalar yapan Başbakan, sözlerini şöyle bağladı: “Genel Kurul ispat hakkı meselesinde noktai nazarını açıklamış iken Fevzi Lütfi’nin hem de 6-7 Eylül olaylarının hemen akabinde ve büyük kongrenin toplanacağı günlerde bu teklife katılması parti yönünden ağır bir suçtur; bunun hesabını kendisinden sormayacak mıyız? Bunları yaptıktan sonra, ortada sanki hiçbir şey yokmuş gibi, bir de gelip aramızda oturuyor böyle bir şey olur mu?[26]

         

        Bu sözlerden de anlaşıldığı gibi Adnan Menderes parti içinde oluşan muhalefeti alevlendiren kişi olarak Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu’nu görüyor ve Karaosmanoğlu’na bunların hesabını sormak için Genel Kurul üyelerinden destek bekliyordu.[27] Sonuçta Genel Kurul üyelerinden her biri “Fevzi Lütfi’nin tutumunu hatalı”[28] bulduklarını belirtiyor, böylece Fevzi Lütfi’yi Genel Kurul’a sorgulamak için çağırma kararı alınıyordu. Aynı kurul üyeleri Fethi Çelikbaş’ın da oluşan muhalefet ile ilgili fikirlerini dinleme kararı aldı.[29] Karaosmanoğlu kararın kabul edildiği gün Çelikbaş ise Karaosmanoğlu’ndan bir gün sonra Genel Kurul üyelerinin sorularına cevap verdiler. Yapılan görüşmelerden sonra şu karara varıldı:

         

        “Fevzi Lütfü ile Fethi Çelikbaş’a birer yazı yazılıp fiil ve hareketleriyle kendilerini Genel Kurul’un dışında bırakmış oldukları bildirilecek ve büyük kongreye de delege olarak katılmalarına müsaade edilmeyecek.”[30] DP’nin Dördüncü Büyük Kongresi toplanmadan kısa süre önce alınan bu karar ile birlikte Fethi Çelikbaş ile Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu “artık kurul sizinle beraber çalışamaz” [31]  sözleri ile Genel Kurul’dan çıkarılmışlardı. İspat hakkını savunan iki önemli şahsiyetin bu şekilde uzaklaştırılması olayların gittikçe artmasına ve parti içindeki ayrılıkların daha da derinleşmesine neden olmuştur. Karaosmanoğlu ve Çelikbaş’ın Genel Kurul’dan çıkarılmalarını izleyen günlerde onbir kişiden oluşan ispatçılara birkaç kişi daha katılmıştır. Bu katılım ile birlikte İspat Hakkı savunucuları, sayılarındaki artışa paralel olarak 19’lar adıyla anılır olmuştu. İspat Hakkı savunucularının sayısındaki bu artış ve önergeyi resmen yürürlüğe koymaları Adnan Menderes’i daha sert tedbirler almaya sevk ediyordu. Bu on dokuz kişiden ikisi Genel İdare Kurulu kararınca 7 Ekim günü Genel Kurul’dan çıkarılmış ve 15 Ekim’de yapılacak olan Dördüncü Büyük Kongre’ye katılmaları engellenmişti.[32] Ancak bu karar ispatçıların daha da alevlenmesine yol açmıştı. Karaosmanoğlu’nu ve Çelikbaş’ı bertaraf ettiğini düşünen Genel Kurul, şimdi diğer ispatçıları engelleyecek çözümler arıyordu. Bu çerçevede yapılan müzakereler sonucu kurul “19’ların delegelik sıfatlarını kaldırmayı ve kendilerini Haysiyet Divanı’na vermeyi”[33] kararlaştırdı. 13 Ekim 1955 tarihinde toplanan Haysiyet Divanı 19 kişinin durumunu görüştükten sonra “müdafaalarını yollamaları için kendilerine ertesi gün saat 16’ya kadar”[34] süre verdi. Bu süre zarfında ispatçılarla Menderes’in arasını düzeltmeye çalışan iyi niyetli DP’liler, Haysiyet Divanı’ndan ihraç kararı çıkmaması için Genel Kurul ile çeşitli görüşmeler yaptılar. Olumlu bir sonuç alınamayan bu görüşmelerin yaşandığı günün sonunda Haysiyet Divanı gece yarısı toplanmış ve kısa sürede kararını vermiştir. Haysiyet Divanı’nda alınan karara göre; “Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Ekrem Hayri Üstündağ, Sabahattin Çıracıoğlu, Zeyyat Ebüzziya, Behçet Kayaalp, Muzaffer Timur, İsmail Hakkı Akyüz, Safaeddin Karanakçı, Ragıp Osmanoğlu partiden çıkarılmışlardı. Haysiyet Divanı, diğer on kişi hakkında ise tevsii tahkikat kararı vermişti. (…) İspat Hakkı kanun teklifine ilk imzayı koyan 10 kişi ise kongrenin son günü partiden istifa edeceklerdi.[35]  

         

        Haysiyet Divanı’nın DP’nin Dördüncü Büyük Kongresi’nden kısa süre önce verdiği bu karar çeşitli spekülasyonlara yol açtı. Divan bu kararın asıl nedenini “disiplinsizlik” olarak gösterse de gerçekte Divan’ın iki nedenle bu kararı aldığı söylentileri ortaya çıktı. İlk neden; Adnan Menderes kendisine rakip olarak gördüğü Karaosmanoğlu ve Üstündağ’ı ekarte etmek için bu kararı aldırtmıştı. İkinci neden ise; Büyük Kongre öncesinde parti içindeki muhalefeti bölmekti. Alınan karar ile hem DP Genel Başkanlığı için ortaya çıkabilecek bir rekabet önlenmiş oluyordu, hem de İspatçıların içinde yer alan “teklifi verenler” ve “teklife katılanlar” gruplarını birbirinden ayırarak muhalefeti bölmek amaçlanıyordu. DP içindeki bazı isimlerin “Menderes’in muhteşem manevrası”[36] olarak nitelediği bu yaklaşım, 19’lar cephesinde fark edildiği için, amaçlanan olmadı. Tüm bu yaklaşımların yanı sıra D.P. milletvekillerinden gazeteci Cihad Baban ise, 6 Kasım 1955 tarihli Tercüman gazetesindeki “İspat Hakkı Nedir?” başlıklı yazısında; siyasi gerginliği yatıştırmaya çalışarak, Başbakan Menderes’in “Büyük Kongre’de, İspatçılara, geri dönmeleri için açık kapı bıraktığını” ileri sürdü.[37]

         

        Böyle ince hesaplar ile alınan kararın altındaki asıl düşünceyi anlayan “19’lar”, bu oyuna gelmediler ve ertesi gün, henüz ihraç edilmemiş on milletvekili de partiden istifa etti.[38] 19’lar Haysiyet Divanı’nda alınan bu karar karşısında da birliklerini bozmayarak tam bir bütünlük içerisinde yollarına devam edeceklerini ispatlamış oluyordu. Bunu bir basın toplantısı ile halka duyurdular.[39] İstifa metinlerinde “Hakiki Demokrat Parti yani Demokrat Parti’nin baştaki fikir ve programına sadık Demokrat Parti Adnan Menderes’in Genel Başkanlığı’ndaki parti değildir. Hakiki Demokrat Parti’yi yani onun fikir ve programını 19’lar ve onların arkasındaki büyük kütle temsil etmektedir.”[40] hususu önemle belirtilmekteydi. Yapılan bu açıklama ile birlikte 19’lar için DP günleri sona eriyordu. DP de bu 19 kişi ile beraber partinin en önemli şahsiyetlerinden büyük bir çoğunluğunu kaybetmiş oluyordu. 1954 yılı ile birlikte hem yükselişi hem de düşüşü ardı ardına yaşayan DP, bundan sonra kendi bağrından kopmuş yeni muhalefet grubu ile de mücadele etmek zorunda kalacaktı.

         

         

        Hürriyet Partisi’nin Kuruluşu, İdeolojisi ve Teşkilatlanması

        

        DP birlikte yola çıktığı kişilerin muhalefet safına geçmesini hazmetmeye çalışırken, halktan ve aydın kesimden büyük destek gören 19’lar, yeni parti kurma hazırlıklarına başlamışlardı. 19’lar Batılı ölçülerde davranıp diğer partileri model almadan bir parti kurmayı düşünüyorlardı. Bu fikirde olan 19’ların demokrasiye ilk hizmetlerinin bütün “muhalefete yeni bir ruh ve yeni bir canlılık”[41] getirmek olduğu söylenir.

         

        DP’nin ağırlaşan baskısından bunalan basın için de, 19’lar hareketi yeni bir umut kaynağı olmuştu. Birçok basın kuruluşu ilk sayfalarında 19’lardan bahsediyor, bu grubun getireceği yenilikleri anlatıyordu. 19’ların her yaptığı ve yapacağı merak konusu oluyordu. Bu merak ve ilgi bazı spekülasyonların ortaya çıkmasına neden oluyordu. Örneğin bazıları 19’ların hemen parti kurması, bazıları DP içinde kalıp oradan muhalefet yapmaları, bazıları ise Adnan Menderes’in onları yeniden yanına çekeceği inancındaydı. Basında bu gibi söylentiler dolaşırken 19’lar bir yandan DP’den gelen eleştirilere cevap vermeye uğraşıyor, bir yandan da kendi içlerinde teşkilatlanma faaliyetlerini yürütüyordu.

         

        Bu uğraşlarla geçen Ekim ayından sonra, 19 Kasım 1955 tarihinde 19’lar “Ankara milletvekili Şeref Kamil Mengü’nün evinde bir basın toplantısı yaparak yeni bir parti kuracaklarını ve partinin adının“Hürriyet Partisi” olacağını, program ve tüzük hazırlanır hazırlanmaz partinin faaliyete geçeceğini açıkladılar.”[42] Bu açıklamayı takip eden günlerde Demokrat Partililerden bazıları istifa edip Hürriyet Partisi’ne katıldılar. “Dr. Yusuf Azizoğlu (Diyarbakır) 17 Aralıkta, Muammer Alakant (Manisa) ve Hasan Kangal (Tokat) 19 Aralıkta, Emrullah Nutku, Prof. Muhlis Ete ve Asım Onur ise 14 Aralıkta”[43] istifa ederek HP’ye katılmışlardır. Katılımlarla sayıca oldukça büyüyen HP, 20 Aralık 1955 tarihinde resmen kuruluşunu açıklamıştır.[44]

         

        Otuz iki kişiden oluşan “kurucular partinin Genel Başkanlığına gizli oyla Ekrem Hayri Üstündağ’ı getirdiler. Fakat Üstündağ sağlık durumu sebebiyle bu görevi kabul edemeyince bu defa yeni bir seçim yapıldı ve Genel Başkanlığa Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu getirildi.”[45] Partinin “İkinci Başkanlığına Enver Güreli, Genel Sekreterliğine Dr. İbrahim Öktem seçildiler. Prof. Dr. Muhlis Ete, Dr. Ekrem Hayri Üstündağ, Doç. Dr. Feridun Ergin, Doç. Dr. Turan Güneş, Dr. Muhlis Bayramoğlu, Zeyyat Ebüzziya, Şekip İnal, General Yusuf Adil Egeli, İhsan Hamit Tiğrel, İsmail Hakkı Akyüz, Safaeddin Karanakçı, Şeref Kamil Mengü, Ekrem Alican, Raif Aybar ve Mustafa Ekinci ilk yönetim kurulunda idiler.”[46]

         

        HP kurucuları partinin resmen kurulmasından sonra okudukları programın ilk maddesinde amaçlarlını şöyle belirtiyorlardı: “Memleketimizi muasır medeniyetin ileri merhalesine götürmenin ve vatandaşın huzur, emniyet ve refahını sağlamanın yolunu demokratik rejimi yurdumuzda hakiki manasıyla ve bütün icaplarıyla gerçekleştirmekte gören partimiz bu rejimi en kısa zamanda tesis etmeyi hayati bir dava sayar. Hedefimiz bu programda gösterilen esasları tasdik suretiyle, üzerinde bütün vatandaşların dostça yaşadıkları hür ve mamur bir vatan, içtimai muvazenesizlikten uzak, siyasi sahada olduğu kadar içtimai sahada da her türlü korkudan azade müstekar bir cemiyet vücuda getirmektir.”[47]

         

        Hürriyet Partililer kuruluşlarını açıkladıktan iki gün sonra, 22 Aralık 1955 tarihinde parti merkezinde bir basın toplantısı düzenleyerek halka bir bildiri yayımladılar. Bursa milletvekili Raif Aybar’ın okuduğu bildiride şu sözler yer alıyordu:

         

        “Hürriyet Partisi bu inkisarın elemini duyan Türk Cumhuriyeti’nin hürriyet aşkındaki yeni hamleden doğmuştur… Daha doğmadan umumi efkârın şevk ve cesaret verici muhabbetine mazhar olan Hürriyet Partisi, o derece cemiyetin duygu ve arzularının mahsulüdür ki, onun adını bile doğmasından aylarca evvel umumi efkâr koymuştu, diyebiliriz. Hürriyet Partisi, demokratik rejimin bütün unsur ve müesseseleriyle kurulup işlenmesine iktidarın engel olduğuna ve rejim buhranının memleketten silinip, temizlenmesinin şart olduğuna inanmış bulunanların partisidir.

        

        Hürriyet Partisi, iktisadi ve içtimai rahatsızlıklarımızın hürriyetten ve demokrasiden uzaklaşmış murakabesiz, şahsi ve keyfi bir iktidar gidişinin neticeleri olduğu hakikatini kavramış olanların partisidir.”[48]

         

        Burçak, Raif Aybar’ın partinin tüzük ve programının esaslarını anlatırken şunları da vurguladığını aktarıyor: “Hürriyet Partisi’nin nizamnamesinde devlet idaresine musallat olan partizan zihniyeti reddetmek ve siyasi parti mensupluğunu ticari ortaklık gibi bir kazanç yolu zannettirmemek hususlarına büyük ehemmiyet verilmiştir.”[49]

         

        HP hem DP’den ayrılma sürecinde yaşadığı olaylarla hem de bünyesindeki önemli şahsiyetlerle ülke çapında olumlu olumsuz birçok tepki almıştır. İlk önce İspat Hakçılar, daha sonra 19’lar adı ile oluşan “Demokrat Parti’deki parti içi muhalefet Hürriyet Partisi’nin ortaya çıkışı ile bir parçalanma mahiyetini alıyordu. Bu durum en çok Demokrat Parti’yi tedirgin ediyordu. Bu nedenle “demokrasinin temelleri fertte ve ona tanınmış olan hürriyetlerde”dir[50] ilkesi ile yola çıkan HP’ye en büyük tepki o tarihlerde uyguladığı baskıcı politikasıyla yoğun eleştirilere maruz kalan Adnan Menderes’ten ve DP’den gelmiştir.

         

        HP’nin ortaya çıkışı DP dışında da bazı tepkiler alıyordu. Ana muhalefet partisi lideri İsmet İnönü yaptığı açıklamalarda HP’nin kurulmasından ve buna mukabil DP’nin iktidarının zayıflamasından hoşnut görünüyordu. Bu çerçevede 31 Aralık 1955 tarihinde verdiği yeni yıl mesajında bu hoşnutluğunu şu sözlerle anlatıyordu: “…İç politikamız demokratik rejim bakımından en güç senesini geçirdi. Umutsuz dönemlerden sonra aydınlığa çıktık. Bu aydınlık demokratik rejimi kesin olarak yerleşmeye götürecek bir ışık olabilir. Bunun güvencesi baskılar içinden silkinerek kalkan gazeteci, hoca, seçmen, milletvekili, vatandaşın kararıdır. En güç sene en umutlu günlerde bitti…”[51]

         

        Partilerin dışında HP’nin kuruluşu basında da destek buluyordu. Örneğin dönemin önemli kalemlerinden Hüseyin Cahit Yalçın, HP kurucularını öven sözler kullanıyor, bir başka önemli yazar olan Ahmet Emin Yalman ise HP’lilere bazı tavsiyelerde bulunuyordu.[52] Ayrıca Yeni Gün gazetesi ve Forum dergisi de HP’ye açık destek veriyordu.[53]

         

         

        Kısacası HP ortaya çıktığı 1955 yılının son aylarına getirdiği dinamizm ile ve yeni bir yılın başında tüm topluma yaydığı umutla, Türk milletinin unutmaya yüz tuttuğu özgürlük ve demokrasi gibi kavramları yeniden gündeme getirmesi ile ülke çapında büyük yankılar uyandırmıştı.

         

        HP, DP’nin yoğun baskısından bunalan Türk halkına özgürlük ve demokrasi vaat ederek ortaya çıkmış, partinin ideolojisini de bu temeller üzerinde oluşturmuştu.[54] HP’nin önde gelenleri, “Demokrat Parti artık demokrasiye inanmadığı için bu partinin temelinde bulunan demokratik hedefleri gerçekleştirmek için”[55] yeni bir oluşuma gittiklerini söylüyorlardı. Yeni partiye göre “demokrasinin temelleri fertte ve ona tanınmış olan hürriyetlerde idi. Fert demokrasi yoluyla refah ve saadetini sağlayabilir gelişmesini gerçekleştirebilirdi. (…) Hürriyet Partisi liberalizm ya da devletçilik gibi klasik iktisat teorilerine bağlanmak istemiyordu. Partinin kanaatine göre bu kavramlar bu çağda ilmi bir temelden yoksun bulunuyorlardı.”[56]

         

        HP politikası, 1956 yılında yayımlanan Hürriyet Partisi Ana Nizamnamesi ve Programı’nda ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Bu açıklamalarla eğitim konusu üzerinde ağırlıklı olarak durulması, eğitimli ve aydın kişilerden oluşan bu partinin asıl kalkınmayı eğitimde gördüğünün açık ispatıdır. Ayrıca nizamnamede kültür-sanat konularında da bir takım düzenlemelerden bahsedilmektedir.

         

        HP amaçlarını gerçekleştirmek için bazı önlemler almayı öngörüyordu. Bu amaçla “siyasi partiler için anayasa teminatı, tarafsız idare, bağımsız mahkemeler, partiler üstü radyo ve zabıta, hükümet ve meclis arasında kontrol ve denge sağlayacak bir mekanizma hür basın gibi tedbirler demokratik bir siyasi rejimin bekasını garanti altına alacak şartlar olarak”[57] kabul ediliyordu. Rejim bu gibi çalışmalarla garanti altına alındıktan sonra bazı iktisadi kurumların da oluşturulması düşünülüyordu. “İktisadi araştırma, enstitüler kurmak, para ve vergileri ayarlamak, iktisadi rasyonalizasyon ve koordinasyon, sosyal adalet yeni iktisat politikasının başlıca özellikleri olacaktı. Hürriyet Partisi Programı, daha müşahhas olarak bir ikinci meclis ve anayasa mahkemesinin kurulmasını, grev hakkına sahip olacak sendikalar teşkilini öngörüyordu.”[58]

        

        HP’nin, ülkenin temel hukuksal ve kurumsal eksikliklerine vurgu yaparak, bunların giderilmesi yönünde bir programla ortaya çıktığı söylenebilir. Bu program üzerinde temellendirilen politikalarla Türk milletinin karşısına çıkıyordu. Ayrıca, HP program ve politikalarının popülizmden uzak veya popülizme mesafeli program ve politikalar olduğunu söylemek de mümkündür. Bu program ve politikaların ne kadar kabul gördüğü ise, ancak 1957 yılında yapılan seçim sonuçlarında kendini gösterecektir.

         

        Parti, kuruluşundan bir süre sonra halkın da desteğini alabilmek için ülke çapında teşkilatlanma faaliyetlerine başlamıştır. İlk aşamada parti çalışmalarının organize edileceği bir merkez binasına ihtiyaç duyulmuştur. Bu anlamda HP’nin ilk kuruluş çalışmaları “TBMM komisyon odalarında ve Yenişehir’de Şeref Kamil Mengü’den kiralanan bir evde başlatıldı. Oradan Atatürk bulvarında bir daireye taşınıldı.”[59] Şeref Kamil Mengü’nün evinin bulunduğu Ankara’daki “Menekşe Sokağı” o dönemde “Hürriyet Karargâhı” olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Çünkü HP’nin basın sözcüsü Zeyyat Ebüzziya’nın evi de aynı sokakta bulunuyordu ve HP’nin ilk kuruluş haberi burada verilmiş, ilk beyanname burada okunmuştur.[60]

         

        Kuruluş heyecanı atlatıldıktan sonra, HP çalışmalarını yurt geneline yaymak amacıyla, ülke çapında hızlı bir teşkilatlanma faaliyetine girişmiştir. Parti teşkilatlanma çalışmalarının ilk günlerinde, “Parti her ne kadar üye kabulünde titiz davranmaya kararlı olduğunu ilan etmişse de resmen kuruluşundan hemen sonra, kırksekiz ilden teşkilat kurmak için her türlü müracaatlar yapıldığı duyuldu. Hürriyet Partisi üyelerinin çoğunluğunu partilerinden memnun olmayan eski Demokratlar teşkil ediyordu. Parti, bir zamanlar Demokrat Parti’nin kalesi olan Ege Bölgesinde teşkilatlanmağa başladı.[61] Zaten, partinin önde gelen isimleri de Egeli idiler. Ayrıca parti DP karşıtı bir söylem ile ortaya çıkıyordu. Bu etken de HP’nin DP’nin kalesi olan Ege’de teşkilatlanmasına neden olmuştur.

         

        Hürriyet Partililer ülke çapına yaymaya çalıştıkları teşkilatlanma faaliyetlerini, düzenledikleri mitinglerle destekleyerek sürdürüyorlardı. Ancak bu mitingler DP iktidarı tarafından engellenmeye çalışılıyordu. DP’nin bu engelleyici tutumu, HP ve yandaşları genişledikçe daha da ağırlaşıyordu. HP’nin bir yandan program, nizamname gibi konular üzerinde çalışırken, bir yandan da il teşkilatlarının başkanları ile çeşitli görüşmeler yaparak ülke çapında toplantılar düzenlemeye başlaması, DP’yi fazlasıyla huzursuz ediyordu. Bu ortamdan rahatsız olan DP, bu kez siyasi parti faaliyetlerini daha da kısıtlayan kanuni bir düzenleme yapma yoluna gitti. “27 Haziran 1956’da kabul edilen (…) yeni kanunla siyasi partilerin seçim propaganda devresi dışında açık hava toplantıları yapmaları yasaklandı. Kapalı toplantılar da mahallin en büyük mülkiye amirinin iznine bağlandı.”[62]

        

        Toplantılar ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkında Kanun adı ile ortaya çıkan bu yasa, HP aleyhine hemen kullanılmaya başlandı. Tüm bu engellemelere rağmen, HP kısa bir sürede 57 vilayette 315 kazada teşkilatını kurmuş ve bir ayda 40 vilayette kongrelerini tamamlayarak umumi bir kongre toplama başarısını göstermiştir. HP’nin Birinci Umumi Kongresi ise 14 Eylül 1957 tarihinde toplanmıştır. Partinin gelişmesinde ve parti üyelerinin kaynaşmasında büyük rol oynayan bu kongre, Ankara’nın merkezinden uzakta bir sinemada toplandı. Üç gün süren çalışmalar sonucunda iktisadi, sanayi, sosyal, kültürel konulara temas edilmiş, alınan kararlar ve hazırlanan Umumi İdare Heyeti Faaliyet Raporu, “İleriye Atılış” başlıklı bir risale şeklinde yayımlanarak kamuoyuna duyurulmuştur. Ayrıca HP’nin kongreden birkaç gün önce yayımlamış olduğu “Hürriyet ve Refah Yolu” adı verilen Beş Yıllık Kalkınma Planı ve Anayasa Projesi üzerinde de bilgi verilmiştir.[63]

         

        Hızlı bir teşkilatlanma ve örgütlenme faaliyetine girişen HP kısa sürede ülke çapında yayılarak genişlemişti. Umumi kongresinde aldığı kararlar ile de seçim çalışmalarına yönelmişti.

         

         

        Hürriyet Partisi’nin Diğer Muhalefet Partileri ile Olan İşbirliği Çalışmaları

        

        DP, 1954 seçimlerinden sonra üst üste yaşadığı olaylar ve bu olaylar sonucunda bünyesinde meydana gelen parçalanmalar neticesinde, oldukça kötü günler geçiriyordu. 1950’den beri iktidarda olan parti, bazı kurucularının ve önde gelenlerinin DP’den koparak kurdukları HP ile mücadele etmek için, sert tedbirler almaya ve bu tedbirlerini tüm muhalefet partilerine karşı uygulamaya başlamıştır. Bu tedbirlerinin en ağırı, yukarıda da belirtilen, 27 Haziran 1956 tarihinde kabul edilen kanundur. “27 Haziran 1956’da kabul edilen bu yeni kanunla, siyasal partilerin, seçim propaganda devresi dışında açık hava toplantıları yapmaları yasaklandı. Kapalı toplantılar da mahallin en büyük mülkiye amirinin iznine bağlandı. Kanunun 12. maddesine göre, “Her nerede olursa olsun tezahürat veya gösteri veya protesto maksadıyla yahut maksadı mahsusa müstenit olarak toplanılması veya böyle bir toplantıya bilerek sebebiyet verilmesi…” suç sayıldı. Ayrıca, 13. maddede, suç sayılan toplantıların dağıtılması için hedef gözetmeksizin ateş açılabileceği kabul edildi.”[64]  Alınan bu kararlar muhalefet partilerinin halka kendi görüşlerini anlatma hakkını tamamen ortadan kaldırıyordu. Böyle bir hüküm özellikle kurulalı henüz altı ay olmuş olan ve teşkilatlanma aşamasında bulunan HP için büyük bir dezavantajdı. Öyle ki, 7 Ağustos 1956 tarihinde, HP il başkanlarının Ankara’da yapacakları toplantı yasaklandı. Üstelik toplantı için Ankara’ya gelmiş olan il başkanlarının Anıtkabir’e çelenk koymalarına ve parti başkanının evinde verdiği ziyafete katılmalarına, Ankara valisi engel oldu.[65]

         

        HP, henüz DP bu tür kararlar almadan önce, 1956 yılının ilk aylarında dönemin güçlü muhalefet partisi CHP ile işbirliği müzakerelerine başlamıştı. Her iki parti de işbirliği konusunda istekli davranıyordu. Bu “işbirliği arzusu iki büyük ve ciddi muhalefet partisinin bu fikri resmen benimsediklerini beyan eden tebliğler ile ilan edildi.”[66] Birlikte hareket etmeye dair beyanatlar veren muhalefet partilerinin işbirliğine ilişkin ilk adımları, 27 Haziran 1956’da açık hava toplantılarının seçim zamanı dışında yapılmasını yasaklayan kanun onaylandığı zaman atılmıştır. Kanunun onaylandığını duyan muhalefet toplu halde meclisi terk etti. Muhalefet partilerinin meclisi terk etmesi ile daha da yoğunlaşan iktidar baskısı, muhalefet partilerini birbirine bir adım daha yaklaştırdı. Muhalefet partileri artık biliyorlardı ki “bundan sonra yapılacak iş her an kötüleşen iç politika durumu ve zorlaşan mücadele imkânları karşısında, atılacak adımların müştereken ve süratle alınmasını gerektiriyordu.”[67] Bu sebeple, muhalif partiler (CHP, HP ve Cumhuriyetçi Millet Partisi) aralarında yaptıkları görüşmelerden sonra, 8 Temmuz 1956 tarihinde bir bildiri yayımayarak, “İktidar partisinin bilhassa 2 Mayıs 1954 umumi seçimlerden sonra, hesaplı bir plan içerisinde ve safha safha tatbike koyduğu, anayasa dışı idari ve kanuni tedbirlerle, demokratik rejimi iptal yolunda yürüdüğünü, muhalefet partilerinin meclis içi ve meclis dışı çalışma imkânları ile organlarına devam eden kasıtlı tecavüzlerin toptan mevcudiyetlerine tevcihinin dahi muhtemel bulunduğunu tespit etmişler, bu durum karşısında, bugün memleketimizin karşılaştığı en mühim meselenin rejime vaki tecavüzün önlenmesi, memlekette teminatlı bir demokratik rejim kurulması meselesi olduğunu, bunun için de aziz milletimizin müstesna olgunluğuna olan inançlarından aldıkları kuvvetle, üç parti Meclis gruplarının imkânlarının son haddine kadar, demokratik rejimi kurtarma mücadelesine devam azminde bulunduklarını umumi efkara bildirmişlerdi.[68] Temmuz 1956’da yayımlanan bu bildiriyi takip eden günlerde, “Toplantılar ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkında Kanun”un demokrasiye tamamen ters olan hükümleri uygulamaya konulmuş ve bu çerçevede, “muhalif partilere alkışı, vatandaşlarla el sıkışmayı, bir masa etrafında toplu halde yemek yemeyi, Büyük Atatürk’ün kabrine topluca çelenk koyup ihtiram duruşunda bulunmayı ve nihayet muhalif mebusların vatandaşlarla ve vatandaşların bu mebuslarla temasını” yasaklayan bazı baskıcı eylemler içine girilmiştir.

Yazı kaynağı : www.turkyurdu.com.tr

Yorumların yanıtı sitenin aşağı kısmında

Ali : bilmiyorum, keşke arkadaşlar yorumlarda yanıt versinler.

kim kimdir ne zaman nasıl nelerdir nedir ne işe yarar tüm bilgiler
dünyadan ilginç ve değişik haberler en garip haberler burada
enteresan haberler

Yorum yapın